Ne senle ne sensiz…
Şeker, birçok kişi için damak tadının vazgeçilmezlerinden. Zararlı olduğunu düşünmesine rağmen kendine engel olamayıp tüketmeye devam eden kişi sayısı hiç de az değil. Hayatta kalma mücadelesiyle şeker arasındaki bağ, şeker tüketme isteğimizi tetikliyor olabilir mi? Peki acaba bu bağ ne zaman nasıl kuruldu? Şekerle süregelen ilişkimiz, hiçbir zaman kurtulamayacağımız bir bağımlılık mı yaratıyor? İşte cevaplar…
Yapılan araştırmalara göre insanın şekerle olan ilişkisi, aslında doğuştan başlıyor. Öyle ki Washington Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma yeni doğan bebeklerin tatlıyı diğer tatlara tercih ettiğini ve çocukların yetişkinlerden daha fazla tatlıya düşkün olduğunu ortaya koyuyor. Araştırmacılarsa bu düşkünlüğün, evrimsel bir kalıntı olduğuna inanıyor. Nedeni ise gıdanın kıt olduğu dönemlerde, yüksek kalorili yiyecekleri tercih edenlerin yaşama şansının daha fazla olması.
Araştırmacıların şekerle ilgili yaptığı ilginç sonuçlar veren başka testler de var. Şekerin sadece tadı bile beynimizi canlandırabiliyor. Şekerle tatlandırılmış suyla ağzını çalkalayan deneklerin tatlandırıcı kullanılan karışımla ağzını çalkalayanlara oranla zeka testinde daha başarılı olduğu tespit edildi.
Şekerin vücut için ne kadar önemli?
Peki şeker vücudumuz için neden önemli? Cevap basit ama oldukça ‘hayati’. Yemek yediğimizde basit şeker glikoz bağırsaklarımızdan emilerek kana karışır ve vücudumuzdaki bütün hücrelere dağıtılır. Nöron adı verilen yüz milyar adet sinir hücresi için tek besin kaynağını sağladığı için glikoz, özellikle beyin açısından büyük önem taşır. Nöronlar glikoz depolayamadığı için kandan sürekli glikoz akışına ihtiyaç duyar. Diyabetlerin yakından bildiği gibi kan şekeri düşen biri kısa sürede komaya girer.
Madem vücudumuzdaki hücrelerin hayatta kalmak için glikoza ihtiyacı var, şeker tüketmek hiç de zararlı değil diye düşünürseniz, ciddi şekilde yanılırsınız. Neden mi? Günümüzde en büyük sorun rafine şekerin fazlasıyla kullanılıyor olması. Obezitedeki artışın en büyük sebebi de bu.
Şekerle ilgili sorun, karbonhidratların vücudumuz için çok fazla gerekli olduğu fikrine kapıldığımızda ortaya çıkıyor. Beslenmenin tüm alanlarında karbonhidratlarla dolup taşanlar var. Kahvaltıda karbonhidrat yüklü tahılların veya hamur işlerinin “normal” olduğu fikrine kapılanlar da. Yemeklerde makarna, pirinç pilavı ya da ekmeksiz yapamayanlar ne kadar fazla hiç düşündünüz mü? Buna patates ve özellikle meyveler gibi çeşitli bitkilerden tükettiğimiz karbonhidratları da eklediğinizi düşünün. Bir de neredeyse hiç kimsenin hayır diyemediği tatlılar, pudingler, dondurmalar, waffle ve kekler var elbette. Beslenmenin her öğününde ve çeşidinde başrolde şekeri yani karbonhidratı görmek mümkün.
Peki gerçekten beslenmemizde bu kadar karbonhidrata ihtiyaç var mı? Tabi ki hayır. Sindirim sistemindeki bu karbonhidrat yükü beyindeki dopamin seviyesini bozabilir ve zamanı geldiğinde şeker bağımlılığını tetikleyebilir. Aşırı şeker tüketimi, sağlıksız beslenme alışkanlıklarına yol açabilir.
Çok fazla ihtiyacınız olmayan bir şeyle aşırı beslenerek sağlık komplikasyonları geliştirmeyi kimse istemez. Ancak en çok arzu edilen ve en çok pazarlanan yiyecekler, her zaman tüm bu rafine karbonhidratlar açısından zengin olma eğilimindedir. Bu konuda dikkatli olunmaması, sağlığınız için tehlike yaratabilir.
Kaynak: https://medium.com/