Takım Yıldızı Orion eski Yunan medeniyetinde bir avcının hikayesiyle adını da binlerce yıl devam edecek mitolojik hikayesini de buldu. Mısırlılar aynı yıldız grubunu tanrı Osiris’in ebedi istirahatini bulduğu yer olarak, Araplar figürü bir dev olarak, Hintliler okla vurulmuş bir kral olarak hayal etti. Amerika’nın yerli halkları ise yılın en soğuk mevsiminde en belirgin hale geldiğini bildikleri için Kış Yaratan diye isimlendirdiler.
Smithsonian Ulusal Doğa Tarihi Müzesi’nden arkeolog Stephen Loring, “Gece gökyüzü herkese ait, insanlığın ortak mirası” diyor. Daha ilkel yaşam koşullarına sahip eski medeniyetlerden çok çok daha medeni koşullara sahip bugünün medeniyetlerine uzandığımızda gökyüzünü kaybettiğimizi anlıyoruz.
Sorun yapay ışıklar. Bina, otopark, oto yollar, reklam panoları, peyzaj aydınlatmaları ve sayısız diğer kaynaktan gelen parıltı, gezegenin büyük bir bölümünde yıldızları karartıyor ve kuşların, böceklerin ve diğer canlıların yaşam döngülerini bozuyor.
Dünya nüfusunun üçte biri gece gökyüzünde Samanyolu’nu oluşturan yıldızlı ışık bandını göremiyor. Avrupalıların yaklaşık yüzde 60’ı ve Kuzey Amerikalıların neredeyse yüzde 80’i için neredeyse görünmez. Işık kirliliği karanlığı tam anlamıyla ortadan kaldırırken, milyonlarca yıldır gece ve gündüz döngülerine alışkın olan her tür bitki ve hayvan, olumsuz etkileniyor. Kendinizi düşünün, neden geceleri perdeyi sıkı sıkı örtüyorsunuz? Neden daha da ileri gidip göz bandı takıyorsunuz? Dışarıdaki ışıklar gözünüzü rahatsız ediyor, uykunuzu bölüyor. Karanlık, çiçek ve hayvan türünün temel bir ihtiyacı. Yapay ışık dinlenme, beslenme ve üreme yeteneklerini engelliyor.
Yapay ışık, çalışmak ve oyun oynamak için günü uzattıkça uzatıyor. Sanki bize ekstra zaman sağlıyor. Bunun için teknolojiye bayılıyoruz. Ekonomik büyümeyi teşvik ediyor, sosyal bağlantıları destekliyor. Hatta kendimizi güvende hissetmemizi sağlıyor. Öyle mi gerçekten?
Uzaydan Dünya’nın uydu görüntüsünü incelediğinizde, insan eliyle üretilen gece ışığının miktarı açık ve şaşırtıcı. Kentler ve büyük yerleşim bölgeleri 1870’lerde elektrikli aydınlatmaya başladı. Giderek arttı. Gecemiz neredeyse gündüzümüz oldu. Araştırmacılar (2016), dünya nüfusunun yüzde 80’inin gökyüzü ışıltısı altında yaşadığını gösteren “Dünya Yapay Gece Gökyüzü Parlaklığı Atlası” hazırladı. Tercüme etmek gerekirse, Avrupa ve ABD’de halkın yüzde 99’u doğal gece koşullarında yıldızları seyretmenin keyfini yaşayamıyor. Bir başka araştırma (2021), ışık kirliliğinin son 25 yılda yarı yarıya arttığını ortaya koyuyor. Yapay ışıklar tarafından yaratılan ve bulutlardan, atmosferik moleküllerden veya aerosollerden yansıyan gökyüzü parıltısı kubbeleri altında yaşayan alanlar, her yıl yüzde 2 oranında artıyor. Öyle ki, nüfus artışını geride bırakan bir oranda büyüyor. Kişi başına daha fazla ışık kullandığımız anlamına geliyor.
Yapay ışığın ne zararı var? Neden karanlığı sevmeliyiz?
Örneğin kuşlar ağır bir bedel ödüyor. Her yıl milyonlarca göçmen kuş, serin ve daha az çalkantılı gece havasında seyahat ederken, şehir binalarındaki yapay ışıkların onları ay ve yıldızlar tarafından yönlendirilen rotalarından saptırması sonucu ölüyor. Işıkların cazibesine kapılan kuşlar binalara çarpıyor ya da yollarını bulmaya çalışırken kendilerini tüketiyorlar.
Göç yollarındaki bazı büyük metropoller son yıllarda daha sorumlu bir tutum izlemeye başlamış; Philadelphia, Chicago, San Francisco önemli göç dönemlerinde aydınlatmayı düşürüyormuş. Ama kaç kent, kaç metropol?
Doğal olmayan ışık, mevsimsel ışık değişikliklerine denk gelecek şekilde evrimleşen üreme döngülerini de engelliyor. Üreme, doğum ve mevsime bağlı yiyecek kaynakları döngüsü şaşıyor. Deniz türleri de parlak gökyüzünden zarar görüyor. Araştırmalar ışık kirliliğinin mercanların üremesini engellediğini gösteriyor. Doğal ışık döngüleri ile ayın evreleri, yumurta ve spermlerin salınmasına yol açan senkronize yumurtlama sürecini tehdit ediyor. Bitkilerin ışık sevdiğini düşünüyoruz, ama yanılıyoruz. Yapay ışık, aşırı fotosentezi tetikleyerek ve tomurcuklanma ve yaprak dökümü zamanlamasını değiştirerek ağaçlar da dahil olmak üzere bitkileri strese sokuyor. Bazı çiçekli bitkiler sadece geceleri açarak yarasalar ve böcekler gibi gece polen taşıyıcılarını kendilerine çekiyorlar ama bu sürece olumsuz etki eden yapa ışık trafiği bozuyor, durduruyor. Aralarında muz ve mango gibi sevilen meyve türlerinin bulunduğu 500’den fazla tür yarasalar tarafından toza dönüştürülüyor, ışık ise gece hareketlerini bozduğu için bitkiler risk altına giriyor…
Daha pek çok örnek var… Gezegende tek başımıza olduğumuzu sanıyoruz, her şeyi keyfimize göre planlıyoruz. Ama en çok da kendimize zarar veriyoruz. Bir daha mı düşünsek acaba… hayatı bu kadar zorlaştırmaya ne gerek var?