Yazı: Yaprak Özer
Habitatta yaşayan bitki, hayvan, mantar ve mikroskobik organizmalar yok olma tehlikesi yaşıyor. Yerküredeki biyoçeşitlilik büyük ölçüde yüz yıllar boyunca bizim yaptığımız tahribat nedeniyle ayakta kalma mücadelesi veriyor. Bugün 1 milyon adet nesli tükenme tehdidi altında olan tür mevcut. Dünya var olduğundan beri farklı zaman dilimlerinde kritik dönemler yaşandı, bilim bugünlerde de benzer bir tehlikeye koştuğumuzu söylüyor.
Fosil yakıtları kullanılmayı sürdürmemiz, sanayileşmiş tarım gibi insan faaliyetleri adım adım bizi kritik noktaya sürükleyen eylemler… İklim değişikliği yalnız yangınla, selle, kuraklıkla canımızı sıkmıyor… gezegeni paylaştığımız diğer canlıların yaşam şansını elinden alıyor.
Unutmayın, gezegendeki canlı türünden yalnızca biriyiz. Bencillikte sınır tanımadığımızı, yalnızca kendi neslimize odaklandığımız gerçeğinde bana hak verirsiniz herhalde. Farklı türlerin yaşadığı alanları yok ederken orada yaşama da son vermiş oluyoruz. Madalyonun diğer yüzü şunu söylüyor; diğer canlılar olmadan bizim bu gezegendeki mevcudiyetimiz uzun ömürlü değil.
Chatham House araştırma serisi içinde yer alan Dijital Dönüşüm ve İçerik Yöneticisi, Jon Wallace ile Yükselen Riskler; Çevre ve Toplum Programı Direktörü Profesör Tim Benton tarafından kaleme alınan bir makaleden özet sunacağım. Araştırma insan faaliyetlerinin biyoçeşitliliği nasıl tehdit ettiğini ve küresel düşüşü ele almak için hangi eylemlerin gerekli olduğunu açıklıyor.
FOSİL YAKIT – ENDÜSTRİYEL TARIM
Biyoçeşitliliğe yönelik tehditler arasında fosil yakıtların kullanılması ve endüstriyel tarım için ormanların ve yaban hayata kucak açan arazilerin temizlenmesi yer alıyor. Kaçak sistemsiz ve kontrolsüz avcılık da ciddi etkiye sahip.
Neden derseniz, ekosistemde türler etkileşim içinde. Birinin ortadan yok olması zincirdeki diğer halkanın mevcudiyetini etkiliyor. Öyle ki, ekosistemi öngörülemeyen sonuçlara taşıyor.
İklim değişikliği biyoçeşitliliği şöyle etkiliyor; gezegenin hangi bölgesinin hangi türü barındırabileceği o bölgenin şartlarıyla alakalı. İklim doğrudan – sıcak veya soğuk, kuru veya ıslak koşullarla başa çıkma yetenekleri ile dolaylı olarak gıda mevcudiyetini değiştirdikçe türlerin yaşam şansı ya artıyor ya da azalıyor.
Uygun iklim kutuplara doğru hareket ediyor. Türler bu değişime farklı tepkiler veriyor; bazıları iklim değiştikçe takip edip hareket edebilirken, sınırlı yayılma kabiliyetine sahip diğerleri gerçek zamanlı takip edemiyor.
Türler ekosistemlerini terk etmeye zorlandıklarında etkileşime girdikleri hayvan ve bitkiler değişiyor. İklim değişikliği yeni, istilacı türlerin veya zararlıların salgınlarına yol açabiliyor. Hayvanlardan insanlara da dahil olmak üzere hastalıkların yeni konakçılara sıçramasına katkıda bulunuyor.
Isınma, buz ve karların erimesine ve deniz seviyelerinin yükselmesine, sellerin artmasına ve hayati önem taşıyan kıyı ekosistemlerinin erozyona uğramasına yol açıyor. Küresel sıcaklıklar, ormanlar ve nehirler gibi doğal yaşam alanlarını tahrip eden yangın ve kuraklık olasılığını da artırıyor, türlerin hayatta kalmasını tehdit ediyor ve zincirleme iklim değişikliğine neden oluyor.
Ormanlar ve vahşi alanlar, atmosferdeki karbondioksiti emen hayati karbon yutakları, ısınma artıp vahşi alanlar yok edildikçe, atmosferde karbondioksit artıyor, ısınma hızlanıyor ve biyolojik çeşitlilik tehdit görüyor. Isınma yıkıma, yıkım daha fazla ısınmaya ve daha fazla ve daha fazla yıkıma yol açıyor. Adeta bir kısır döngü.
HABİTAT KAYBI
Sanayileşmiş tarım yöntemleri, ‘monokültür’ olarak bilinen tek bir ürünün yetiştirilmesine ve büyük ölçekte çiftlik hayvanı yetiştirilmesine tanıklık etti. Gerekçe, artan insan nüfusunu beslemek, ucuz ve güvenli gıda tedariği sağlamak. Sanayileşmiş tarım biyoçeşitliliği dolayısıyla insan sağlığını olumsuz etkiliyor. Yabani hayvanların sayısı azalıyor, inek ve domuz gibi çiftlik hayvanları baskın duruma geçiyor. Çiftlik hayvanları tüm memeli türlerinin yüzde 60’ını oluşturuyor. Yabani memeliler yüzde 4, insanoğlu yüzde 36. Yabani kuşlar toplamın yüzde 29’unu, çiftlik tavukları tüm kuş türlerinin yüzde 57’sini oluşturuyor.
Yerkürede yaşanabilir arazilerin yüzde 50’si ekiliyor ve hayvancılıkla işgal ediliyor.
Doğal alanlar, çiftlik hayvanlarına ve onları besleyecek mahsullere ayrılıyor. Doğal alanları azaltmak, büyük yırtıcı hayvanların bölgelerini parçalıyor, ekolojiyi yeniden düzenleyip gelecek etkiler yaratıyor.
Pestisitler ekinleri korumak için yaygın olarak kullanılıyor, böylece böcek popülasyonlarını yok ediyoruz. Yağmur, kullanılan gübreyi topraktan akıtıyor nehirleri kirletiyor, ekolojiyi etkiliyor. Besin açısından zengin olan nehirler, hızlı büyüyen bakteri ve alglerin hakimiyetine girerek diğer vahşi yaşamı dışarıda bırakıyor ve sudaki oksijeni azaltarak ‘ölü bölgeler’ yaratıyor.
ARILAR NEREYE KABOLDU?
Yoğun tarımda pestisit kullanımı ve iklim değişikliği nedeniyle her türden arı popülasyonu dünya çapında azalıyor. Arılar, özellikle besin açısından zengin meyve ve sebzeler olmak üzere başarılı mahsul verimi için hayati önem taşıyor.
Yeni ve tehlikeli patojenlere maruz kalma olasılığımız artıyor. Patojenler yeni konakçı türlere ve daha sonra çiftlik hayvanları ve insanlara sıçrayabilir. COVID-19 tartışmaları hala sürüyor.
Çiftlik hayvanlarının büyümesini hızlandırmak için kullanılan antibiyotikler de mikropların direncini artırıyor, antibiyotikler ne hayvanlar ne insanlar için etkili olabiliyor. Küçük yaralanma ya da enfeksiyon ölümcül olabiliyor.
DENİZDE HAYAT
Deniz ekosistemleri iklim değişikliği, kirlilik ve monokültürün etkilerine karşı en az karadakiler kadar savunmasız. İklim değişikliği okyanusların ısınmasına neden oluyor ve karbondioksit deniz suyunda çözünerek asiti artırıyor. Böylece deniz besin zincirinin temelinde yer alan organizmaların iskeletlerini oluşturma kabiliyetlerini azaltıyor. Asitleşme ve ısınma tropik bölgelerdeki mercanları tehdit ediyor. Değişen akıntılar balıkların göç düzenlerini etkiliyor, yaşam alanlarını bozuyor, deniz tabanından yeni besin maddelerini yüzeye çıkararak bakterilerin daha yaygın hale gelmesine ve yeni alanlara yayılmasına neden oluyor.
Bu yıl yeni bir Açık Deniz Antlaşması ile deniz doğasının korunması ve yenilenmesi için 2030 yılına kadar denizlerin yüzde 30’unun koruma altına alınması kararlaştırıldı. COP15’de, 2050 yılına kadar doğa ile uyum içinde yaşama vizyonuna sahip yeni bir Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi üzerinde anlaşmaya varıldı. Ama hayata geçirilmesinin önünde ciddi engeller bulunuyor. Bazı hükümetler ve endüstriler mevcut tarım, kereste ve balıkçılık uygulamalarına muazzam yatırım yaparken pahalı ya da geleceklerini tehdit ettiğini düşündükleri değişime direniyorlar
YEME İÇME ALIŞKANLIKLARIMIZ.
Ve sonunda geldik Güzel Yaşam konusuna. Güzel yaşamak için güzel düşünmek yani geleceği düşünmek gerekiyor. Güzel düşünmenin diğer şartı da önce kendimizden başlamak. Toplumun da değişmesi gerekiyor. Gelişmiş dünyada daha az miktarda et ve daha fazla meyve ve sebze içeren daha iyi diyetler, sadece et endüstrisinin doğa üzerindeki etkisini azaltmakla kalmıyor, sağlıklı nüfus yaratabiliyor. Gelişmiş toplumlar günde 9-11.000 kaloriye ihtiyaç duyuyor, hayvansal kaynaklı gıdaların tedarik edilebilmesi için üretimin çoğu çiftlik hayvanları üzerinden gerçekleşiyor.
Temelde, biyoçeşitliliğe yönelik tüm tehditler, insanlığın gıda, enerji ve doğal kaynakların artan tüketimi üzerine kurulu ekonomik büyüme dürtüsüyle ilgili. Doğal dünyayı korumak için hükümetlerin biyoçeşitlilikle ilgili hususları tüm sektörlere entegre etmesi gerekiyor.
Biyoçeşitlilik insan toplumlarının dayanıklılığının ayrılmaz bir parçası. Bekleyerek gün geçmez. Bilinçlenmekle başlayalım, sonra kendi tüketimimiz kontrol altına aldığımızdan emin olduktan sonra topluma konunun yayılmasını ve nihayetinde hükümet politikalarında yer alması için çalışmalıyız.
Kaynak: https://www.chathamhouse.org/