Hiç kuşkusuz bu dünyadaki en kutsal varlıklar annelerimiz. Zira bir çocuğa sahip olmak demek bitmeyen endişe, uykusuz geceler, onların mutluluklarında, hüzünlerinde, başarılarında hep gözünün kenarında dökülmeyi bekleyen bir damla yaş, belki de kalbini dışarıda taşımak demek.
Henüz anne değilken birisi bize “gecenin üçünde tiz bir sesle deliler gibi ağlayarak seni uyandıracağım, sürekli senden bir şeyler isteyeceğim, eşyalarımı sen yıkayıp, sen ütüleyeceksin, uzun yıllar boyunca asla sızlanmadan bana maddi ve manevi anlamda sen destek olacaksın” dese herhalde deli miyim ben niye bunları yapayım diye düşünürüz. Ama adına anne dediğimiz o kutsal varlıklar hiç sızlanmadan bu göreve gönüllü oluyorlar. Bizi “Ben daha anneme şiir yazacak kadar şair değilim” cümlesinin müdavimi haline getiren, şarkılara, kitaplara, filmlere konu olan, yeri geldiğinde sesimiz, nefesimiz olan bu dünyada bize verilmiş en güzel hediye şüphesiz annelerimiz.
Anneliğin kodları…
Annelik her kadının içinde doğuştan olan bir his midir? Daha açık bir ifadeyle anne doğulur mu olunur mu? Anne sevgisinin oluşmasını destekleyen fiziksel faktörler nelerdir?
Annelik duygusunun oluşumu sanıldığının aksine hamilelikle başlıyor. Bu dönemde yaşanan hormonal değişikliklerin doğumdan sonra annenin çocuğa bağlanıp, onu benimseyip koruması için zemin hazırladığını kaydeden Klinik Psikolog Dr. Ayşe Bombacı, “Sevgi ve bağlanma hormonu olarak bilinen oksitosin hormonunun seviyesi hamilelikle birlikte yükseliyor. Böylelikle bir anne adayı, bebeğine olan bağını henüz daha ona hamileyken güçlendiriyor. Onunla konuşarak, göbeğini severek, ona kendi sevdiği bir ninniyi söyleyerek aralarında bağ oluşturuyor. Hamileliğin son evresinde salgılanan endorfin hormonu ise annenin bebeğe bağlanmasına etki eden bir başka hormon. Endorfin, insan bedeninin doğal olarak ürettiği bir ağrı kesicidir ve morfin gibi sakinleştirici etki yaparak doğumu kolaylaştırır. Çocuk dünyaya geldiğinde yaşanan sancılar bir anda unutulur, çünkü endorfin hormonunun seviyesi doğumdan sonraki ilk saatlerde hâlâ yüksektir. Anne, doğumdan sonra bebeğini kucağına aldığında, ona dokunarak iletişim kurduğunda ve emzirmeye başladığında bağlanma ve sevgi hormonu olan oksitosin de yüksek seviyede salgılanmaya devam eder” diyor.
Hormonlar anne sevgisinin oluşumuna zemin hazırlıyor olabilir ancak tek başına yeterli olduğunu söylemek ne yazık ki mümkün değil. İşte tam da bu noktada devreye anne ve bebek arasındaki sözel iletişim ve tensel temas giriyor. Anne bebeği ile ne kadar çok iletişim halinde olursa bağlanma hissi de o derece artıyor.
Peki, ama yoğun bir anne sevgisi ile büyüyen çocuklar nasıl bir hayat yaşıyorlar? Anne sevgisinin ve çocukla kurulan güvenli bağın bir çocuğun duygusal ve sosyal gelişiminin temelini oluşturduğuna işaret eden Bombacı, “Anne sevgisinin derecesi, bir çocuğun sosyal iletişim becerileri, empati kurabilme yeteneği ve hatta ileride karşı cinsle yaşayacağı romantik ilişkinin niteliğini bile etkileyebiliyor. Uzun süreli ve ciddi ilişkileri yaşamakta zorlanan yetişkinlerin klinik öyküsüne bakıldığında, çocukluk döneminde güvenli bir anne – çocuk bağı yaşamadıklarına rastlanıyor. Yine de daha sonraki dönemlerde yaşanan olumlu ilişkiler ve güven temelli sevgi dolu bir eş sayesinde, anne sevgisi almadan büyümüş bir çocuk, kendi yaşamamış olsa bile çocuğuna anne sevgisi verebiliyor” şeklinde konuşuyor.
Bilimsel olarak da görüldüğü üzere belki başlangıçta her kadın hormonların da yardımıyla anne olmak için kusursuz birer aday olabiliyor ama gerçekten “anne” sözünün hakkını vermek için emek vermek gerekiyor. Çocuğunu tüm kötülüklerden korumak için tetikte olan, büyümesine izin vermek için elini bırakan ama onu asla yarı yolda bırakmayan tüm annelerin Anneler Günü kutlu olsun.