Aslında pek çok eğlence alternatifine sahip bir dönemde yaşıyoruz ama yine de canımızın sıkıldığı oluyor. Peki neden? Çünkü can sıkıntısı sosyal bir hastalık.
Yüzyıllar önce insanlar yaşamak için çabalarken can sıkıntısı gibi bir şey söz konusu değildi. İnsanoğlu tüm zamanını yiyecek ve yatacak yer bulmaya ayırırdı, sıkılacak zamanları yoktu. Bugün ise çok uyarana sahibiz; aynı anda pek çok eğlenceye ulaşabiliyor olmamız sanılanın aksine can sıkıntısını azaltmıyor, besliyor.
“The Upside of Downtime: Why Boredom is Good” kitabının yazarı Dr. Sandi Mann, bu durumu şöyle anlatıyor: “Eğlence düzeyimiz artıkça tatmin olmak için daha çok eğlence istiyoruz. Hayatımızı hızlı, yüksek yoğunluklu ve devamlı değişen uyaranlarla doldurdukça buna o kadar alışıyoruz ki daha az eğlenceli ortamlara toleransımız kalmıyor.”
Düşünce yapısının sorunu
Filozof Friedrich Nietzsche, “hayat kendimizden sıkılmamız için çok kısa değil mi?” diye soruyor. Hayatta dikkatimizi dağıtan en önemli neden, bizim her şeyin nasıl olması gerektiğine dair fikirlerimiz. Tekrar eden düşünce yapımız bizi en çok sıkan konu… Can sıkıntısından kurtulmak adına yaptıklarımız, sıkıntının kendisinden daha fazla zarar da verebiliyor. Araştırmalarda boş bir odada 15 dakika tek başına bırakılan gönüllü deneklere bu sırada yapabilecekleri tek şeyin bir ipi çekerek ayak bileklerine elektrik şoku verme olduğu söyleniyor ve deneklerin çoğunun can sıkıntısını gidermek için bu yola başvurduğu görülüyor.