Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne (OECD) göre, 30 yıl içinde üye ülkelerde yaklaşık 90 milyon kişi, obezite nedeniyle hayatını kaybedebilir. Türkiye obezitede, dünya üçüncüsü ve Avrupa birincisi. Ülkemizde her üç kişiden biri şişman. Peki, çözüm ne? Obeziteyi önlemek için yağ yakan anahtar bulundu mu? Kahverengi yağ dokusu (BAT) kurtarıcı olabilir mi?
Son dönemde Covid-19 salgınıyla mücadele eden dünyanın unuttuğu, es geçtiği önemli sağlık problemlerinden biri, obezite. Küresel bir sağlık sorunu olarak yıllardır var olan ve giderek yaygınlaşan obezite ciddi hastalıkların oluşumunda önemli rol oynuyor. Kardiyovasküler hastalıklar, diyabet tip 2, demans ve bazı kanserler obeziteye bağlı olarak ortaya çıkabiliyor.
Obeziteyle mücadelede farklı ilaçlar ve tedavi yöntemleri öneriliyor. Ancak ne yaparsak yapalım hayat tarzımızda değişiklik yapmadan yalnızca ilaç desteğiyle bu hastalığın pençesinden kurtulmak çok da kolay değil. Bilim insanlarının son dönemde bu alanda umut vadeden bazı keşifleri oldu. Yağ yakan anahtarın bulunduğu ise önemli iddialardan biri. İddia, çünkü henüz insanlar üzerinde denenmedi. “O anahtar nedir?” derseniz; bir mekanizma… Bu mekanizma, bazı yağ hücrelerinde bulunan beta2-adrenerjik (B2-AR) adlı bir reseptör. Mekanizmayı çalıştırdığınızda, yakılabilen yağ molekülleri salınıyor. Ancak hemen altını çizmekte fayda var; mekanizmanın doğru çalışıp çalışmadığını test etmek için dünyanın obez gönüllülere ihtiyacı var.
Kahverengi mi beyaz mı?
İnsan vücudunda iki tür yağ dokusu var: Kahverengi yağ dokusu (BAT – Brown Adipose Tissue) ve beyaz yağ dokusu (WAT – White Adipose Tissue). Eğer vücutta beyaz yağ hücreleri aşırı şekilde birikirse, yakıldığından daha fazla miktarda kalori alındığı anlamına geliyor. Aşırı biriken beyaz yağ dokusu obezite ve diyabet gibi önemli hastalıklara davetiye çıkarıyor. Ancak kahverengi yağ dokusu açısından durum farklı. Hücre içindeki yağı yakarak aşırı birikimi önleyen bu dokunun görevi yağı depolamak değil, yağı yakarak vücuda ısı sağlamak.
Kahverengi yağ dokusu lipitlerin parçalanması ve glikoz alımı için ana bölge. Soğuğa maruz bırakılarak aktive edilmiş kahverengi yağ hücrelerinde, ısı üretimi ve enerji harcaması artıyor. Bu da yağ kütlesi ve glikoz metabolizması anlamında olumlu etkiler sağlıyor.
Konuyu daha anlaşılır açıdan ele alacak olursak; WAT, karın ve çene altı bölgelerinde görülen yağlardır. Obez bireylerde, zayıf bireylere göre daha fazla WAT bulunuyor. Kahverengi yağ, beyaz yağlar arasında yer alıyor ve ısıtıldığında tüm vücudunuza fayda sağlayacak bölgelerde yoğunlaşıyor.
BAT analizi öne çıkıyor
Son zamanlarda kahverengi yağ dokusunun (BAT) aktive edilmesi fikri dikkat çekiyor. BAT analizi, aynı zamanda diyabet araştırmalarına da katkıda bulunması öngörülen bir yöntem olarak kabul ediliyor. Bu alandaki Ar-Ge çalışmaları sürerken, risk altındaki bireyler ve tip 2 diyabet hastalarına yönelik BAT merkezli tedaviler geliştirmek de bir öncelik… Kahverengi adipositlerin farklılaşması, fonksiyonu, işlev bozukluğu ve fizyolojik düzenlemesi üzerine yapılan araştırmalar da mevcut.
Hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalarda, kahverengi yağ dokusunun soğuğa maruz kalındığında dokuyu harekete geçirdiği ve bazı metabolik faydalar sağladığı görüldü. İnsanlar açısından ise, kahverengi adiposit oluşumunu ve canlıdaki ısı üretimini doğrudan etkileyen, düzenleyici metabolitleri de içeren kahverengi yağ dokularının düzenlenmesinin altında yatan moleküler mekanizmaları anlamak gerekiyor.
Nrf1 genine dikkat
Nrf1 molekülünün hücrede kolesterol seviyelerini güvenli bir aralıkta tutmayı sağladığı ve bu şekilde karaciğer dokusu yağlanmasını ve hasarını önlediği söyleniyor. Yapılan bir çalışmada obez deneysel modellerde Nrf1 molekülünün miktar ve faaliyeti arttırıldığında vücutta ve dokularda yağ birikiminin azaldığı gözlendi. Nrf1 geninin metabolik hastalıklara yatkınlıkta etkili bir gen olduğu da yine önemli bir bilgi. İnsanlardan alınan doku örneklerinde Nrf1 düzeyleri ile metabolik hastalık arasında güçlü bir ilişki olduğu görülüyor.
Kahverengi yağ dokusunun azalması ve beyaz yağ dokusu oranının artması sonucu ortaya çıkan obezite ve diyabet gibi metabolik hastalıkların önüne geçilebilmesi için farmakolojik çalışmalar devam ediyor.