Hastalıklarla mücadelede antibiyotiklerin kullanımı en önemli tedavi yöntemlerinden biri. Ancak bazı bakteriler var ki antibiyotik tedavilerine direnç gösteriyorlar. Bakteriler çevrelerinde oluşan değişime hızla uyum sağlayan canlılar, antibiyotiklere gösterdikleri direnç de bunun bir örneği. Bu direnç karşısında antibiyotik, bakterileri öldüremiyor ve yayılmalarına engel olamıyor. Dirençli bakterilerden kaynaklanan hastalıklar, yoğun bakım ortamında ve bağışıklık sistemi zayıflamış hastalarda ciddi bir sağlık tehdidi oluşturuyor. Bugün antibiyotik direnci küresel bir sağlık sorunu olarak kabul ediliyor ve önlemeye yönelik küresel girişimler bulunuyor.
Bunlardan biri de Antimikrobiyal Direnç (AMR) Küresel Eylem Planı; 2015 yılında Dünya Sağlık Asamblesinde alınan kararlarla tüm ülkeler tarafından kabul edildi. Ülkeler, AMR konusunda Küresel Eylem Planı ile uyumlu bir Ulusal Eylem Planı oluşturmayı, AMR’yi önlemek, kontrol etmek ve izlemek için ilgili politika ve planları yürürlüğe koymayı taahhüt etti.
Ulusal eylem planlarının uygulanmasında ülkelerin kaydettiği ilerlemeyi izlemek için Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü (WOAH), Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından ortaklaşa yıllık bir AMR Ülke Öz Değerlendirme anketi (TrACSS) uygulanıyor.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından toplanan verilere göre, ülkelerin dörtte birinden daha azı, giderek büyüyen bu sorunla mücadele etmek için finanse edilen ve izlenen bir ulusal eylem planına sahip. Sadece 17 ülkenin antimikrobiyal direnç (AMR) planlarını desteklemek üzere bütçelerinde mali kaynak ayırmış olması, her yıl yaklaşık 1,3 milyon insanın doğrudan ölümüne ve 5 milyon enfeksiyona yol açtığı tahmin edilen ve giderek büyüyen bir sağlık kriziyle karşı karşıya olduğumuzu işaret ediyor.
Sonuçları geçtiğimiz günlerde açıklanan son öz değerlendirme anketi sonuçları, ulusal planlar geliştiren ülke sayısında bir miktar artış olduğunu vurguluyor. Diğer taraftan antibiyotik direnciyle mücadele çabalarının Covid-19 salgını nedeniyle sekteye uğradığı görülüyor. Ankete katılan ülkeler fonlarının ve odak noktalarının azaldığını, farkındalık kampanyalarının ve teknik kapasite geliştirmenin ertelendiğini, izleme ve veri toplama faaliyetlerinin zayıfladığını bildirmişler.
DSÖ’nün AMR’den sorumlu yetkilileri ülkelerin kaydettiği ilerlemeyi aktarırken antibiyotik tüketimi ve insan sağlığı kullanımı için daha sağlam izleme sistemlerinin uygulamaya konulması için “acil eylem” çağrısında bulundu. Yapılan açıklamada; “Ülkeler Covid-19 pandemisinden çıkarken, AMR ulusal eylem planlarını acilen önceliklendirmeli, maliyetlendirmeli, finanse etmeli ve uygulamayı hızlandırmalıdırlar” denildi.
Gelin öz değerlendirme anketinden dikkat çeken bazı sonuçları birlikte öğrenelim:
- 2022 yılında 166 ülkeden 17’sinin AMR planı olmadığı, 102’sinin geliştirilmiş veya geliştirilmekte olan bir planı olduğu ve 30’unun da uygulanmakta olan ancak izlenmeyen bir planı olduğu ortaya çıktı. Ankete katılan ülkelerden biri olan İngiltere’den gelen açıklama şu şekilde: “Covid-19’dan sonra insanlar artık enfeksiyonların ekonomileri etkilediğini ve sağlık sektörünü çökertebileceğini anladı. Ancak finansman yavaşladı ve umduğumuz yerde değiliz. Hedeflere ve düzgün bağımsız verilere ihtiyacımız var.”
- Antibiyotiklerin ve anti-fungaller gibi diğer antimikrobiyal ilaçların sorumlu kullanımına ilişkin mevzuatta ülkeler arasında büyük farklılıklar bulunuyor. İnsan sağlığı için 147 ülke ilaçların reçetelenmesi ve satışına ilişkin düzenlemeler bildiriyor ancak bunlardan sadece 74’ü ulusal satışları aktif olarak izliyor.
- Karada yaşayan hayvanlar için 123 ülkenin antibiyotik kullanımına ilişkin mevzuatı var. Bununla birlikte sadece 92’si hayvanlarda ilaç direncinin kaynağı olabilecek ve dolayısıyla insan sağlığını tehdit edebilecek kullanımı izlemek için ulusal bir izleme sistemine sahip. Suda yaşayan hayvanlar için de benzer şekilde düşük bir kapsam söz konusu.
- Antibiyotik direncini tetikleyen bir diğer önemli faktör olan çevresel kirlenmeyi önlemek için de sınırlı mevzuat ve diğer kontrollerin eksikliği görülüyor. Tarımsal faaliyetlerden ve antimikrobiyallerin insanlar ve ilaç üreticileri tarafından su sistemine salınmasından kaynaklanabilen kirlilik yaygın bir endişe kaynağı olmaya devam ediyor. Ankete katılan ülkelerin yaklaşık üçte birinde antimikrobiyallerin kullanımını izlemek için ulusal bir sistem bulunmazken, sadece 36’sı ilaçların reçetelenmesi ve uygun kullanımına ilişkin verileri düzenli olarak raporladıklarını belirtiyor.
- Antibiyotikler düşük gelirli ülkelerde genellikle başka ilaçların yokluğunda reçetesiz olarak veriliyor ve hastaların bunlara ihtiyacı olup olmadığını netleştirecek teşhis yöntemlerine erişimin yetersiz olduğu durumlarda doktorlar tarafından bile hemen reçete edilebiliyor.
Antibiyotik direncinin yayılması fajlara olan ilgiyi yeniden canlandırıyor
Bakteri öldüren virüslerin (faj) antibiyotik direnciyle mücadelede çok önemli bir destek kuvvet olabileceği düşünülüyor. Bakteriyofajlar ya da fajlar ilk kez yaklaşık bir asır önce keşfedildi ve enfeksiyon tedavisinde kullanıldı. Ancak kısa sürede, yapımı daha kolay olan ve birçok farklı bakteriye karşı işe yarayabilen antibiyotik ilaçlarla yer değiştirdiler.
Bugün faj pazarının büyüklüğüne ilişkin tahminler 42 milyon dolar ile 1,1 milyar dolar arasında değişiyor; bu rakam yaklaşık 43 milyar dolarlık antibiyotik pazarından çok daha küçük. Ancak son yıllarda, bakterilerin antibiyotik ilaçlara karşı dirençli hale gelmesiyle fajlara olan ilgi arttı. 2019 yılında yayılan ve 1,27 milyon kişinin ölümüne neden olan pandeminin etkilerini hayatın pek çok alanında hala yaşamıyor muyuz?
Bakteriler ve fajlar doğal olarak oluşur ve birbirleriyle sürekli rekabet halindedir. Her bakteri türü, avcısı olan fajı etkisiz kılmak için sürekli olarak direnç geliştirir. Bu da fajın bu direncin üstesinden gelmek için evrim geçirmesine neden olur. Fajların avantajı, hedeflenen her bakteri türü için genellikle birkaç tane olmaları ve vücuttaki yararlı bakterilere zarar vermeden sadece zararlı bakterilere etki etmeleridir.
Antibiyotikler genellikle istenmeyen farklı yan etkiler yaratarak birçok bakteri türünü yok edebilirken, fajlar sadece belirli bir bakteri türüne saldırarak direncin üstesinden gelebiliyor. Uzmanlar bu noktada, örneğin tedavi yöntemlerini değiştirerek faj kullanımını artırmanın bir yolunun bulunması gerektiğini belirtiyor.
Fajlar, genellikle hastane ortamlarında bulaşan antibiyotik dirençli enfeksiyonların ortak bir özelliği olan biyofilmlere karşı özellikle etkili oluyor. Bazı bakterileri ve onların fajlarını bulmak diğerlerine göre daha kolay. Yine bir uzman açıklamasına bakalım. “2016’daki bir vakada, bir gemi seyahati sırasında kaptığı enfeksiyona karşı antibiyotiklerin etkisiz kalmasının ardından komaya giren ve çoklu organ yetmezliği gelişen bir hasta söz konusuydu. Hastaya kanalizasyondan elde edilen fajlar uygulandı ve hasta iyileşti”. Araştırmalar ayrıca faj tedavilerinin antibiyotiklerin başarısız olduğu ‘son çare’ vakalarında etkili olabileceğini gösteriyor.
Geçen yıl The Lancet Infectious Diseases dergisinde yayınlanan 59 klinik çalışmanın gözden geçirilmesiyle ortaya çıkan sonuçlara bakalım:
- Fajlarla tedavi edilen kronik ve ilaca dirençli enfeksiyonu olan 1.904 hastanın yüzde 79’unun iyileşme gösterdiğini ortaya koydu.
- Hedef bakteriler 1.461 vakanın yüzde 87’sinde yok edildi.
- Kontrol grubundaki yüzde 15’lik oranla karşılaştırıldığında faj tedavisinden sonra hastaların sadece yüzde 7’sinde olumsuz etkiler bildirildi ve bunlar genellikle “hafif etkiler” olup faj tedavisi sona erdikten sonra ortadan kalktı.
Fajlar nasıl etki ediyor?
En yalın anlatımla fajlar kendilerini bir bakteriye bağlıyor, DNA’larını enjekte ederek bakteriyi öldürüyor ve daha fazla faj üretiyor. Uzmanlar fajlarla elde edilen sonuçlar için daha fazla araştırmaya ihtiyaç olduğunu da belirtiyor.
Faj tedavilerinin son çare vakalarında kullanılmasının önündeki engellerden biri bakteri türünün tespit edilmesinin zaman alması. Ardından, hastanın enfeksiyonunda bir bakteri karışımı varsa, hepsini hedef alabilecek fajların bulunması gerekiyor. Son olarak, fajlar uzun bir tedavi süreci boyunca hastada gelişen antikorlar tarafından nötralize edilebiliyor. Bu noktada çözüm başka bir faj kullanmak olabilir.
Diğer taraftan günümüzde fajların yaygın kullanımının önündeki en önemli engel, mevcut düzenlemelerin antibiyotikler için tasarlanmış olması nedeniyle yasal düzenlemelerdir. Faj tedavilerini desteklemek için düzenlemelerin nasıl değişmesi gerektiği konusunda bilim camiasında da bir bölünme var. Bazıları, bireysel hastalar için ısmarlama fajlarla daha kişiselleştirilmiş bir yaklaşımı savunuyor. Bu, tamamen yeni düzenlemeler ve yeni denemelerin tasarlanmasını gerektirecektir ve günlük bulaşıcı hastalıklardan ziyade kronik ve ilaca dirençli enfeksiyonlara daha uygundur. Diğerleri ise en iyi yaklaşımın fajları geleneksel antibiyotikler gibi düzenlemek olduğunu savunuyor. Bu bir bakteri türünün tüm varyantlarını
öldürmek için tasarlanmış “kokteyller” içinde bir dizi fajın seçilmesi anlamına geliyor. Bunlar daha sonra seri olarak üretilebilir ve belirli antibiyotiklerin yerine kullanılabilir. Uzmanlar gelecekte bu ikisinin bir karışımının deneneceğine inanıyor: hastaların çoğunluğu için kokteyller kullanmak; bu başarısız olursa da kişiselleştirilmiş yaklaşıma geçmek.
Faj temelli tedavi yöntemlerinde amaç antibiyotik kullanımını tamamen ortadan kaldırmak değil antibiyotiklerin yanında kullanabilecek alternatif yöntemler geliştirmek. Bakalım önümüzdeki günlerde bu konuda hangi gelişmelere tanık olacağız.
Kaynak: https://www.ft.com/content/5b2eb35b-5364-47c6-a1cb-57919ad72b75