Söyleşi: Nilüfer Eriş – Corvo Art Gallery Kurucu
Evrenin döngüsünü ve değişimini sanatın değişiminde arayan ve Minimalizm akımını çalışan sanatçılardan Sabahat Çıkıntaş bu haftaki konuğum.
Sevgili Sabahat, bize resme başlayışından söz eder misiniz?
Sabahat Çıkıntaş: Çok özet olarak anlatacağım, varoluşsal yolculuk hikayem bir bakıma kadın ve sanat ilişkisine de gönderme yapar. Kadının hayatını başka yöne kaydırarak sırtını sanata dayamasının yolculuğu aslında bir anlamda.
1991 yılında 35 yaşındayken güzel bir tesadüfle ki, tesadüf olmadığına inanıyorum. Hocam Yusuf Taktak ile yolum kesişerek onun yönetiminde olan Atölye Üçgen’e katıldım. Bu atölyede büyük bir heyecanla 12 yıl hem eğitim hem üretim yaptım. Bu süreç içinde eşimden boşanmış, bir avukatlık bürosunda çalışıyor, bir yandan da oğlumu büyütüyordum hiç karşılaşmadığım zor dönemlerden geçiyordum ve bu noktada atölye benim için bir terapi merkeziydi sanki. Orada resim yaparak iyileşiyordum. Bu 12 yılda resmen kabuğumdan soyuldum. Vizyonum gelişti bakış açılarımda kırılmalar oldu, farkındalıklarım arttı. 1994 yılında ilk kişisel sergimi açtığımda istediğim yaşam şeklinin bu olduğunu anlamıştım. İyi bir ressam olmak istiyordum. Bu nedenle çok çalıştım ve hala çok çalışıyorum, o heyecanım hep var. 2003 yılında ilk atölyemi Beyoğlu’nda açtım ve halen çalışmalarıma kendi atölyemde devam ediyorum. Solo ve karma sergiler açıyorum. Bu yıl 30. yılım hala ilk günkü heyecanım sürüyor, öğreniyor, üretiyor ve yaptığım işten taviz vermeyen tavrımı korumaya çalışıyorum. Bu nedenle öğrencilerime, “sanat iyileştirir ancak süreklilik ister” söylemimi çokça tekrar ederim. Sanatın bence bir isteği daha vardır. O da “Risk Almak”tır.
Hiçbir şeye gönderme yapmayan kendi içinde bir sistemi olan işler üretiyorsunuz. Hayatın içindeki sorgulamalarını aza indirgemeli tavrınızla en minimal üretimlerle sanata taşıyorsunuz. Biraz işlerinizden söz eder misiniz?
Sabahat Çıkıntaş: Biçim olarak karesel formları kullanırım. Kare soyut bir form, Ateş + Hava + Su + Toprağı simgesel olarak oluşturur. Tek olan ilahi varlığı işaret eder ve nesne dünyasının tekrarına dayanır. Evrensel boyutlarda anlaşılabilecek bir görsellik oluşturur. Bu bağlamdabenim için farkındalık çok önemli. Sanatla tanıştığımdan bu yana anladım ki, değişimin en başını çeken sanatmış. Sonuçta bugün ortaya çıkan bakışım. Yaşam + Farkındalık + Değişim + Zaman + Süreç = Sanat olarak sanki bir denkleme dönüştü. Her gün dış dünyayı gözlemleyip algılıyoruz. Bilinç altım sürekli her şeyimi depoluyor. Çalışma esnasında yapacağım işin karşısına geçtiğimde bütün bildiklerimi kendime unutturmaya çalışarak tamamen sezgilerime yönelirim. Sezgilerim bana ne söylüyorsa otomatik olarak o şekilde yönlenir, renk vs seçimim bu şekilde ortaya çıkar. Yalnız çalışırım ve tam konsantre olurum. Sürekli düşünürüm ve hatta yazar –çizer not alırım. Bu işlem her zaman benim olmazsa olmazımdır. Bir sürpriz yakaladığımda gerçekten çok heyecanlanırım. Bu sistemde üretir, çalışırım. İşlerimde teknik açıdan yoktan var ederek kendim bulur geliştiririm.
Tesadüflere çok önem veririm. Her gün düzenli bir şekilde atölyemde olurum, her gün resim yapamam elbette ancak süreklilik içinde atölyemde kitap okur, müzik dinler, desen çalışır, kolaj yaparım ve bir an gelir yepyeni bir işe başlar ve onu sergiye dönüştürürüm. Malzeme olarak çok basit bir materyali dahi sanatın plastik değerlerini vererek onu değişime sokar ve sanat nesnesi haline getirebilirim. Bu işi seviyor ve bu yelpazede kendi varoluşumun tamamladığıma inanıyor ve bunu uyguluyorum.