Türk babaları arasında yapılan bir çalışma yüzde 92’nin “neden çocuk yaptınız?” sorusuna, “çocukları sevdiğim için” diye yanıt verdiğini, aynı babaların yüzde 91’inin çocuk bakma görevinin annenin olduğunu söylediğini biliyor muydunuz? Şaşırdınız mı? Hayır!…
Diyebilirsiniz ki, rahmetli Prof. Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın yaptığı 30-35 yıl öncesi araştırmalardan sonra ne kadar çok yol kat etmişiz. Ki, gerçekten de öyle! O bulgulara baktığınızda erken dönem Türk baba tipi, “bana baksın-soyumu sürdürsün-işimi devam ettirsin” diye çocuk sahibi olmayı tercih ediyordu. Zaten tercih mevzu değil çocuk rıskıyla geliyordu. Çocuğun, ekonomik değerine göre psikolojik değer ürettiği dönem diye özetleyebiliriz. Sonra, teknoloji ve iletişimin gücüyle “kahraman baba”lar evresine adım attık.
Hasan Deniz, AÇEV Aile Eğitimleri Direktörü. AÇEV, Anne Çocuk Eğitim Vakfı. Vakıf erken çocukluk eğitimi ve çocukların gelişimini desteklemek üzere ortam ve imkan sağlıyor. Buraya kadar olan tanımlarda olağan dışılık yok. Ama Hasan Deniz’e, “Tam olarak ne iş yapıyorsunuz?” diye sorarsanız, yanıtı “babalık” olacak. Doğru okudunuz; babaların, ilgili baba, iyi baba, destekleyici baba olmaları için eğitim programları, araştırmalar, kampanyalar üzerinde çalışıyor. Görevi, “iyi – ilgili” baba sayısını artırmak.
AÇEV 1996’dan bu yana babaların çocukların gelişimine katkı vermeleri, gelişimlerini desteklemeleri, onlarla karşılıklı ve yakın ilişki kurmaları için Baba Destek Programı adı altında çalışmalar yürütüyor. Ayrıca belediyelerle, özel sektörle, organize sanayii bölgelerindeki eğitim ortamlarında, belediyelerin kültür merkezlerinde, ilköğretim okullarında, kimle iş birliği yapabiliyorlarsa her yerde, yerelde, özel kurumlarda Baba Destek Programı’nı uyguluyor. Bize de gelin demeniz yeter, bilginize.
Herhalde dünyanın en güzel mesleklerinden birini icra ediyorsunuz.
Gençlikte, gelecekte ne yapacaksın diye sorulur… benim aklıma hiç gelmedi doğrusu. Ama tesadüf olmadığını, belli yollarla bağlandığını görebiliyorum.
Mutlu musunuz?
Son derece mutluyum. Modern zamanlarda hayatını anlamlı kılan bir işle uğraşabilmek çok az insanın şansıdır. Ben hayatımı anlamlı kılan, başkalarının hayatını değiştiren bir uğraş içinde olduğum için işimi çok seviyorum ve çok mutlu hissediyorum.
Babalar sizi seviyor mu?
Babalar yaptığımız işi çok seviyor çünkü kimsenin kişilik olarak hayatını, yaşam tarzını, değerler silsilesini değiştirmeye çalışmıyoruz. Babalık pratiklerini, babalık davranışlarını değiştirmeye çalışıyoruz ve bu nedenle de bize çok müteşekkir olan, daha doğrusu o değişimden çok mutlu olan, hayatı değişen çok baba gördüm.
Tepki görüyor olabileceğinizi diye düşünüyorum.
Başlangıçta olabiliyor. Baba Destek Programı’nı tanıttığımızda “babalığın da eğitimi mi olur?… benim babam bir eğitim falan almadı bak ama ben karşınızdayım gibi…” tepkiler zaman zaman oldu. Ama başlayıp 3-4 hafta sonra kendisi ya da çocuğuyla gelen “siz bana babamı kazandırdınız” diyenler de oldu.
İyi baba dediniz… iyilik- kötülük görece bir kavram ama nedir değiştirmek istediğiniz, hangi baba kodu?
“İyi baba” çok tercih ettiğim bir kavram değil, bunun yerine ilgili babalara ulaşmaya çalışıyoruz diyelim. İlgili baba, babaların çocukların bakımında ve gelişiminde sorumluluk üstlenen, çocukların gelişimleri için ortam, imkân ve fırsat yaratan, çocukları ile karşılıklı ve yakın ilişki kuran, kız ve oğlan çocuklarını birbirinden ayırmayan, eşit şekilde destekleyen ve çocuklarına hiçbir şekilde psikolojik, fiziksel veya sözel şiddet uygulamayan, onlarla zaman geçiren, oyun oynayan babalık tipi.
Yani özlediğimiz eğitime önem veren “şefkatli” baba!
Eğitime önem veren ve çocuğun eğitimi ile ilgili süreçler hakkında bilgi ve sorumluluk sahibi olan.
Türk babalarını deşifre edecek araştırma verileri mevcut mu, nasıldır bizim babalarımız?
Türk babası böyledir – şöyledir demek çok zor ve bundan da sakınmak gerektiğini düşünüyorum. Belki bazı verileri şu anlamda kullanabiliriz, Türkiye’de bir babalık araştırması yaptık. Buradan çok enteresan veriler çıktı. Birkaç tanesini paylaşmak isterim ki bir tanesi ironik. Babalara, “Niçin çocuk sahibi oldunuz?” diye sorduk. Bu araştırmaya katılan babaların yüzde 92’sinin verdiği cevap ‘’Sevdiğim için’’ oldu. Aslında çok güzel bir cevap. Özellikle toplum temelli bilim yaklaşımının öncüsü olan Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın bundan 30-35 yıl önce yaptığı, çocuğun etrafını kavramsallaştırması araştırmasında çocuğun değerinin çok farklı olduğunu görüyoruz: “…Bana baksın, soyumu sürdürsün, işimi devam ettirsin…” Türkiye’de bir değişim görüyoruz.
Kendilerinin görevlerini ne olarak tanımlıyorlar?
Ekmek getirmek, korumak, kural koymak. Dolayısıyla burada hemen başka bir veriye referans vererek bunun topluma nasıl zarar verebileceğinin altını çizmek istiyorum. Türkiye, özellikle bugün, artık yüzde 75’i kentlerde yaşayan ve neredeyse yine aynı oranda çekirdek aile formunda yaşayan bir nüfus. Şimdi geleneksel bileşik aile iyidir ya da kötüdür demiyorum ama geleneksel bileşik ailede çocuğa uyaran veren çok farklı aktörler var. Gelişimde 0-6 yaş çok önemli, bu yaşta gelişim fırsatlarından yararlanmanın önemli bileşenlerinden bir tanesi çocuğun farklı uyaranlara maruz kalması. Bileşik ailede bunu yapabilecek iki kişi var; anne ve baba. Bunlardan bir tanesi “Bu benim görevim değil” diyor. 0-6 yaş, gelişimin temelinin atıldığı, telafi edilemez fırsatların kaçabileceği bir dönem. O dönemde çocuğun hayatında bir kişinin olduğunu görüyoruz: anne. Annenin bir sürü ev işleri ve rolleri olduğunu düşündüğünüzde ise çocuk yalnız. Dolayısıyla baba kendini sorumlu hissetmediğinde, çocukla yakın ilişki kurmadığında, oynamadığında, zaman ayırmadığında sadece annenin sorumluluğunu paylaşmamış olmuyor, çocuğun gelişimi açısından hayat boyu telafi edilemeyecek çok önemli zihinsel, beyin, bilgi, bedensel gelişim fırsatları da kaçmış oluyor.
Nedir çocuğun bakımından anlaşılması gereken; yemesi, içmesi, temizlenmesi değil mi?
Aynen.
Siz, kadınlarınmış gibi görünen görevlerin erkekler tarafından da yapılabileceğini ve iyi ve ilgili baba olurken erkeklikten rol çalmayacağını söylüyorsunuz.
Türkiye, 34 OECD ülkesi içerisinde kadın istihdamı en düşük, erkek ağırlıklı istihdam modeli olan ülke. Türkiye, OECD ülkeleri içerisinde en uzun çalışma sürelerine sahip ülke. Dolayısıyla erkek çalışıyor ve çok uzun süre çalışıyor. İstihdamı dengelemek gerekiyor ki, bakım sorumluluğu da dengeli dağılsın. Bakım sorumluluğu annenin üzerinde olduğu, baba ile hiç ilişkilendirilmediği sürece kadın istihdama katılamıyor. Kadın istihdama katılamadığı için bakım erkekle özdeşleştirilemiyor.
Bir sarmal… aslında kısır döngü.
Bir sarmal ama şunu tamamlamak isterim; erkeklerin uzun saatler çalıştığının farkındayım. Biz demiyoruz ki 15 saat çalışan bir baba her şeyi yapsın; ama bir şekilde ne kadar yapabiliyorsa, en azından yarım saat birlikte zaman geçirmeli; çocuğun yemeği midir, giyimi midir, ütüsü müdür, oynamak mıdır, birlikte ödevlere yardım etmek midir…
Ama bu kadar da küçücük olanlara sıkıştırmayalım. Bu çocuklar kimin çocuğu? Harvard’dan çıkan bir araştırma çocukların evde gördükleri ilgi nedeniyle daha sosyal, daha zeki, daha başarılı bireyler olduğunu ifade ediyor.
Yanlış anlaşılmasın, biz bütün sorumluluğun eşit paylaşılmasını öneriyoruz ve bunun eğitimini yapıyoruz. Ama pratikte, çok uzun saatler çalıştığı için bunları yapmaktan kaçınan, bu bahaneyi öne süren var ise az da olsa bazı şeyleri farklı yapsınlar.
Yalnızca çocuğun bakımı değil kişisel gelişiminde de babaların varlık göstermediğini anlıyoruz paylaşır mısınız?
Burada özellikle şunları gördük. Çocukların okul ve eğitimi ile ilgili süreçler, bunun en yaygını WhatsApp grupları, düşünün, aynı sınıftaki bütün çocukların annelerinde WhatsApp grupları var. Ama bu WhatsApp gruplarında babalar yok. Devlet okullarında veli toplantıları yapılıyor babaların katılımı çok düşük. Katılan babalara soruyoruz; “Çocuğunuzun öğretmeninin adı ne?… çocuğunuz o gün okulda eğlendi mi?… en ilginç bulduğu şey ne?… en yakın 3 arkadaşı kim?… sıra arkadaşının adı ne?…” Babaların birçoğu cevaplayamıyor.
Çalışmalarınızı incelerken önemli bir söylem dikkatimi çekti; “insan baba” diyorsunuz. “Kahraman baba”dan dokunulabilen babaya geçiş.
Ne babalar sevdik aslında yoktular. Toplum, yaptığı iş nedeniyle çok yücelttiği, değerli gördüğü kişilerin tüm rollerini babayla özdeşleştiriyor. Dikkat ederseniz kahramanlaşıyor oysa hepimizin hikâyesinde, hepimiz babamızı düşündüğümüzde bizimle oyun oynayan, sohbet eden, sırrımızı ilk ona duyurduğumuz, yanında güvenli-rahat hissettiğimiz babalara erişmek istiyoruz. Bunun yolu, kahraman, erişilmez, ulaşılmaz baba yerine, ulaşabildiğimiz, başımızı göğsüne koyabildiğimiz, birlikte bir hamuru yoğurabildiğimiz, birlikte üstümüzün başımızın çamur olduğu ve sonra birlikte temizlediğimiz, dokunabildiğimiz babalara ihtiyacımız var. Ve babalar kahramanlaştıkça, babalık kahramanlaştırıldıkça erişilmez ve dokunulmaz hale geliyor. Olmayan, varsayımsal bir yüceltme doğuyor. Her yüceltme de olduğu gibi aslında. Bizim s dokunabildiğimiz, hataları da doğruları da olan, sevebildiğimiz, birlikte zaman geçirdiğimiz, oynadığımız, hayatımızın çok ileriki evrelerinde de masallarını, oyunlarını, bize anlattıklarını hatırlayacağımız, en zor anlarda rehberlik eden, cesaret ve güç veren “insan baba”ya ihtiyacımız var. Bizi destekleyen, geliştiren, temel güveni kazandıran annelik ve babalık pratiklerine maruz kalırsak hayat aydınlık bir şeye dönüşüyor. İlk pratikleri mutlu, keyifli, güven verici şekilde yaşamazsak illa da patolojik vakalara dönüşmek gerekmese de bir şeyler eksik kalıyor, bir şeyler yoluna zor giriyor. Gereksiz kayıplara uğramamak için babalık çok önemli. Çocukların gelişimi ve bakımı sadece annelerin değil babalarında en az anneler kadar görevi. Çocuklar babalarının sevgileriyle büyür.
Röportaj: Yaprak Özer
Söyleşiyi Yaprak Özer youtube kanalından izleyebilirsiniz.