Bu hafta The Substance (Cevher) filmindeki rolüyle Altın Küre’yi kazanan 62 yaşındaki Moore, magazin gündeminin üst sırasındaydı.
Moore filmde, yaşlanan bir Hollywood aktrisi ve aerobik programı sunarak şöhretinin son kırıntılarına tutunan Elisabeth Sparkle’ı canlandırıyor. Dennis Quaid’in canlandırdığı vicdansız patronu, 50. doğum gününde onun yerine daha genç ve seksi birini getirmeye karar verdiğinde, umutsuzluğa düşen Elisabeth “kendisinin daha iyi, daha güzel, daha genç bir versiyonunu” ortaya çıkarmak için “The Substance” adlı gizemli bir kimyasal yönteme başvuruyor. Zaman içinde genç versiyonuyla kavgaya tutuşan Elizabeth, güzellik ve gençlik hayalleri için ciddi bedeller ödemek zorunda kalıyor.
Moore’un kariyerinde kazandığı ilk oyunculuk ödülü sonrası verdiği röportaj, yaşlanma, kabullenme, içindeki mutluluğu ve huzuru bulma üzerine kendi hayatlarımız için de düşünmemizi sağlıyor. Gelin ünlü ismin röportaj yanıtlarından derlediğimiz içeriğe birlikte bakalım.
“Bu bir başlangıç. Daha önce hiç tam olarak şu anda bulunduğum yerde olmamıştım. Çocuklarım büyüdü. Şimdiye kadar sahip olduğum en büyük bağımsızlığa sahibim. Ve bu yüzden şimdi keşif zamanı…”
“Bu film, hayatın neresinde olduğunuza bağlı olarak, kim olduğumuzu kabul edemediğimizde kendimize yapmak istediğimiz acımasız şeyler ve yaşlanan kadınların boğuştuğu “kendinden nefret etme” duygusu üzerine bir yorum…”
“Beni bu filmde oynamaya iten neden, kadınların yaşlandıkça değerinin azaldığı konusunda hala var olan kolektif bilinç üzerine farkındalık yaratmaktı. Ve bunun bir beden korkusu olduğu fikri; film esasen çok içsel bir deneyim olan, kendimizle konuşma şeklimizi ele alıyor…”
“Canlandırdığım karakter hayatı boyunca sadece kariyerine odaklanıyor. Ailesini göremiyoruz; sosyal hayatını ya da hayatındaki diğer şeyleri göremiyoruz…”
“Sizi değerli kılan nedir? Değerim tamamen dış görüntüme mi bağlı, yoksa uygun dengeyi bulabiliyor muyum; elbette hepimiz en iyi şekilde görünmek isteriz. Ancak hayatınızın her aşamasında, dış görünüş kendinizle mücadele etmeniz gereken bir konu oluyor ve sürekli gündeme gelmeye devam ediyor. Aslında orta yaş ya da yaşlılıkla ilgili özel bir şey yok. Bu sadece bir devamlılık süreci; hayat devam ediyor…”
“Filmde benim için çok ilginç olan; ikinci bir fırsat yakalıyorum. Böylece iki beden arasında bilinci paylaşabiliyorum. Bu ikinci fırsatı elde ettiğimde bile hala aynı onaylamayı arıyorum, durmanın aksine arıyorum…”
“Bir sahne var, filmdeki en güçlü sahnelerden biri, kendinden nefret etme konusunda bahsettiğimiz yalnızlığı aktarıyor. Karakterin hiç arkadaşı ve ailesi yok; eski bir lise sınıf arkadaşına rastlıyor, o da onu yemeğe çıkarmak istiyor. Hazırlanmak için aynada kendine bakıp duruyor, kıyafetini tekrar tekrar değiştiriyor ve sonunda karar veriyor, “gitmeyeceğim”. Benim için tüm filmdeki en yürek parçalayıcı ve en ilişkilendirilebilir anlardan biri bu. Sanırım hepimiz bir dönem için bile olsa aynı şeyleri yaşayabiliyoruz; gidip aynaya bakıyorsunuz ve bir şeyi daha iyi hale getirmeye çalışıyorsunuz, ancak daha da kötüleştiriyorsunuz. Ve kendinden şüphe duyma, sorgulama başlıyor… Daha önce de belirttiğim gibi, bu karşılaştırma ve umutsuzluk hali mutlak bir kendinden nefrete dönüşüyor.”
“Şunu söyleyebilirim ki, bugün hayatımın erken dönemlerinde olan bazı şeylere bakıyorum ve tüm yaşadıklarımın, benim için zorluk teşkil eden, acı verici olan şeylerin nasıl olup da kararlılık, metanet ve cesarete sahip olmamı sağladığını, hiç bilmediğim bir dünyaya adım atmak için gereken riski almama yardım ettiğini görebiliyorum. Çocukken yaşadığım zorluklar olmasaydı bunların hiçbirini yapabileceğimi sanmıyorum…”
Kaynak: https://www.beyazperde.com/filmler/film-300680/elestiriler-beyazperde/
Fotoğraf: Chris Pizzello / AP