Düşük yağ diyeti ilk olarak 1950’lerde duyuldu. En popüler olduğu yıllar ise 1980’lerdi. Bu diyette yağlı yiyeceklerin ve etin az kullanılması öneriliyordu. Bu dönemde market raflarında bolca “az yağlı” ya da “yağsız” etiketli ürün bulmak mümkündü. Ürünlerde yağ yerine şekerin kullanıldığı ve daha sağlıklı olarak lanse edildiği yıllardı.
Oysa bu tip diyetin iki ana sorunu var: Öncelikle vücudun işleyişi için beslenmeyle alınan yağlara da ihtiyacı var. Hem enerji kaynağı olarak yağ gerekli hem de A, D, E ve K gibi bazı ana vitaminler yağ olmadan çözülemiyor. Ayrıca beslenmeyle alınan yağlar cilt sağlığı, vücut ısısının düzenlenmesi ve bilişsel işlevler için kritik önem taşıyor. Açlıkla başa çıkmakta yağ alımının önemli rolü bulunuyor. İçinde yağ olan yiyecekler tüketmek daha uzun süre tok kalmayı sağlıyor.
İkinci sorun da yenilen yağ sandığımız gibi doğrudan göbeğimize ve kalçamıza gitmiyor. Tabii ki yağ ile kalori alımının bir bağlantısı var ama yağ doğrudan depolanmıyor. Ağzımıza attığımız her şey gibi sindiriliyor, metabolizmada kullanılıyor. İşin doğrusu günlük beslenmede yağ alımı da diyetin önemli bir öğesi ve belli ölçülerde tüketilmesi gerekiyor.