Söyleşi: Yaprak Özer
Esenlik kelimesini önemsiyorum çünkü kültür eğitim ve gelecekten beklentilerimiz açısından bakıldığında esenlikte ortadan ikiye ayrılıyoruz. Kimimiz esenliği para pul servet olarak tanımlıyor. Cebi ne kadar dolu olursa o kadar sahip olabileceğini düşünüyor. Kimimiz esenliği hayatın yaşanabilir olması, yaşamın kalitesi, sevgi ve hoşgörü olarak tercüme ediyor.
Konuyu irdelemek üzere Eskişehir Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç’ı seçtim. Neden Tepebaşı, Eskişehir?… Eskişehir, tabii ki iller arasında çalışmalarıyla sürdürülebilir bir şekilde dikkat çeken bir coğrafya. Genellikle büyük şehir belediyesi mercek altında ama neden ufak bir yerleşke de özenli çalışmalarıyla anılmasın. Esenlik gösterişte olmaz, büyük illere mahsus bir kavram da değildir.
Ahmet Ataç karşıma çok güzel bir portföyle çıktı. Bire bir kendi kelimelerinden derleyerek ön anlatımını yapayım, bir kere “kaliteli zaman”, “matematik zekası”, “sosyal kuluçka merkezi”, “kent enstitüsü”… “Çoban Festivali”, “Tohum Takas Şenliği”… İçinde teknoloji olanı da var, sosyal dokuya vurgu yapan da var; esenlik dediğimiz şey işte bu!
Söyleşimizin kısa bir özeti burada tamamını izlemek isterseniz youtube’dan izleyebilirsiniz.
Yaprak Özer: “Akıllı Kent” deyip duruyoruz, var mı tarifi paylaşır mısınız? Dört dönem görevde bulunan bir belediye başkanısınız. Ne anlamamız gerekiyor?
Ahmet Ataç: İklimsel ısınmalar bizi çok etkiliyor, belediye olarak önlem nasıl alırız diye düşündük, çok ciddi enerji kayıpları vardı belediye binasından dolayı. Onu düzeltmek için BEBKA projesiyle 400 bin liralık hibe aldık. Belediyemizin çatısına 400 tane panel koyduk. Sonra Belediye’deki bu enerji kaynaklarını TEDAŞ’a bağladık. Hafta içi elektrik aldık, hafta sonu elektrik sattık, yüzde 20’lik tasarruf sağladık, faturalarda gözüktü. Yüzümüzü güneşe döndük. Ne kadar kıymetliymiş, yeni anladık. 2013’te Avrupa Parlamentosu’nda Başkanlar Sözleşmesi’ne imza attık; “2020’de karbon ayak izini yüzde 23 azaltacaksınız, bölgenizin sürdürülebilir enerji eylem planlarınızı gönderin” dediler. Kısa zamanda kabul edildi. Türkiye’de bir elin parmakları kadar sayıda enerji eylem planı olan belediye var. Zor bir iş.
Yaprak Özer: Taahhüdünüzü yerine getirebildiniz mi?
Ahmet Ataç: Getirdik, Sürdürülebilir Eylem Planı’nı da hazırladık, gönderdik, kabul oldu. Sonra anladık ki, eğer bu plan olmazsa, hibe programlarına giremiyorsunuz. Bu şekilde yolumuz açıldı. 2014’te de bu REMOURBAN Projesi’ni kazandık. Bizimle birlikte İngiltere’de Notthingham, İspanya’da Valladolid illeri de kazandı. Üç belediyenin konsorsiyumu 23 milyon Euro, biz buradan 5 milyon Euro hibe aldık. Gösterdiğimiz bir alanı 5 yılda akıllı şehir haline getirdik.
Yaprak Özer: Peki vatandaşa bu model ne sağladı? Burada villalar vardı… Sınırlı sayıda insanlar mı oturuyor?
Ahmet Ataç: Buralarda sağlık ve sosyal projeleri var. Yaklaşık 120 Alzheimer hastamız gece gündüz kalıyor. Zihinsel engelli gençler var. Kreş var. Sağlıklı yaşlılar da var. Bir ilkokulumuz, bir aile hekimi var. Böyle bir tesis… Çocuk Senfoni Orkestramızın merkezine de yer ayırdık. “Yaşam Köyü” tabir ettik. Dünyada pek eşi benzeri olmayan bir yer.
Yaprak Özer: Tekrar soruma dönüyorum. Akıllı kent derken, dijital bir kent mi yoksa farklı yaşam kurgulayan bir nokta mı? Galiba geniş tabanda tanımlama yapıyorsunuz örneklerinizle…
Ahmet Ataç: Şimdi Alzheimer merkezi her yerde var mı? Yani bu bir örneklemedir. Ve mesela bugün bildiğim kadarıyla, İstanbul’da, Ankara’da ve büyük illerde bir Alzheimer hastasının aylık bakımı 10 bin-15 bin lira civarında. Biz burada neredeyse bedavaya yakın hizmet veriyoruz. Yani sosyal belediyeciliğin unsurları bunlar.
Zihinsel engellilerin montaj atölyesi var. Engellilere hobi çalışmaları, istihdam çalışmaları yapalım dedik. Oradaki gençler, 20 yaşın üzerinde… Türkiye’de engelli ailelerin en büyük endişesi, “Ben öldükten sonra benim çocuğum ne olacak?” Bu, cevapsız bir soru. Türkiye’de 20 yaşını geçen engellilerin gideceği hiçbir yer yok. Aileler çocuklarıyla beraber aylarca çıkamıyorlar. Biz bu gençlerimizi bulduğumuzda hepsinin elleri kasılı, kollarını kullanamıyor, yürüyemiyorlardı. Bu çocuklar şimdi montaj yapıyor.
Yaprak Özer: Kaç çocuk ya da kaç genç istihdam edildi. Bu çocukların ne ürettiklerine baktım, özellikli parçalar buldum; örneğin su tahliye boru kapağı üretiyormuş; beyaz eşya parçası; ocak düğmesi; menteşe pimi… Bu genç arkadaşlarımıza, el ve beden becerileriyle bir meslek, bir meziyet kazandırmış, 5 şirketten de istihdam ediliyor gerçeği…
Ahmet Ataç: Esas konu şu: Organize Sanayii’nde Arçelik… çok iç içe olduğumuz bir firma olduğu için adını kullanıyorum. Yan sanayileri, bahsi geçen parçaları demonte şeklinde üretiyorlar. Bu parçalar bizim merkezimize geliyor, usta ve sosyal hizmet uzmanları, psikologlardan oluşan ciddi kadrolar var. Bunların montajlarını yapıyorlar. Dört senede 4.5 milyon adet montaj yapmışlar. Biz sağlamlar otursak yapamayız. O kadar çalışmaya odaklanıyorlar ki, inanılmaz bir şey. Ayrıca fabrika sahiplerinin kurduğu Eskişehir Organize Sanayi Bölge Başkanlığı adında bir birlik. Başkan Nadir Küpeli’ye gittim… “Başkan, bizim Tepebaşı bölgesinde bir montaj atölyesi var. Zihinsel engelli çocuklarımıza bunun parçaları sizden geliyor. Sizin orada bir merkez daha açalım” dedik. O da kabul etti, bize bir bina hazırladı. Oraya da 15 çocuk daha yerleştirdik. 2019 Ekim ayından bugüne kadar 3,5 milyon montaj yapmışlar. Küçük de olsa paralar alıyorlar. Zaten o çocukların orada bulunması, olağanüstü bir şey. Aile çocuğun nereye gittiğini biliyor, ne yaptığını biliyor. Gönül rahatlığıyla gününü geçirebiliyor. Bu insanlar su – elektrik parası yatırmaya gidemiyor çocuğunu ne yapacağını bilemiyordu.
Yaprak Özer: Bu model, Türkiye’nin her tarafında başka kurumlar tarafından da benimsenip uygulanabilecek bir model gibi geliyor.
Ahmet Ataç: Tabii tabii tabii… Çocuklarla eğitim çalışmaları yapıyoruz, İŞKUR’la beraber… Yanımızda Anadolu Üniversitesi’nin Özel Eğitim Bölümü’nün akademisyenleri de oluyor. Bu ilişkiyi kuruyoruz. Onlar üniversitede de sadece bunun teoriğini görüyorlar. Biz onlara burada pratiğini de göstermiş oluyoruz. Böyle bir ekip çalışması olunca… Bu çocuklar yaklaşık 6 aylık eğitim alıyorlar. Eğitim bittikten sonra istedikleri yerde yaptıkları işe ve branşa göre… örneğin montaj işçiliğiyse, Organize’deki fabrikalarda çalışabiliyorlar; maaşlı ve sosyal güvenceleri var. Böyle, yaklaşık 45 tane çocuğumuz var. Aynı zamanda Down sendromlu çocuklarımızla 10 yıldır yürüttüğümüz Down Cafe’miz var. Bunların toplamı, bu eğitimlerden sonra dışarıda çalışan 45 tane çocuğumuz var. 4 tane çocuğumuz, KPSS kazandı. Bu çocukların istihdamda kalmaları, meşgul olmaları o kadar önemli ki…
Yaprak Özer: Çoban Festivali nasıl bir şeydi, niye bir Çoban Festivali yaptınız?
Ahmet Ataç: Bölgemizde hayvancılık yapan çok insan var, onlarla beraber oluyoruz. Çobanlarla bir sohbetimde “Başkanım, ‘çoban’ deyince bize kız vermiyorlar, küçümsüyor, hor görüyorlar; üzülüyoruz” dediler. Çoban Festivali aklıma geldi, safiyane bir girişim, işi farklı noktalara götürdü. Festivale Anadolu’da yetişen koyun ırkları, çoban köpekleri, ilaçlar, üniversiteler geldi. Yarışmalar yapıldı. Çobanlar mutlu oldu. Bugüne kadar küçükbaş üreticileri, hiç bir araya gelememişler. Çok büyük sürü sahipleri var. Hepsini bir araya getirdik, bilimsellik girdi. Üniversiteler gelince, tabii Veteriner Fakültesi’nin öğretim üyeleriyle konferanslar yaptık, paneller yaptık… Birtakım pratik uygulamalar yaptık; hayvanın ateşi nasıl ölçülür? İşte gebelikte ne yaparsak hayvan daha kolay doğum yapar? Kuzu çiftleşmeleri denilen bir şey var, nasıl arttırabiliriz, bilimsel konulara da girildi. Hakikaten herkes memnun dönüyordu ki, inanılmaz bir şey.