Herhangi bir konuda çabuk karar verir misiniz? Yoksa üzerinde onca vakit düşünüp “doluya koydum almıyor boşa koydum dolmuyor” diyerek son kararı veremez misiniz? Aslında yalnız değilsiniz, kararsızlık pek çok kişinin ortak sorunu.
Karar vermek neden bu kadar zor, hiç düşündünüz mü? Sosyal bilimcilere göre bunun ardında “pişman olma korkusu” yatıyor. Bir diğer ifadeyle kararsızlığın sonsuz labirenti “karar almaktan çok kararından pişman olmaya eğilimli insan”a çıkıyor.
Her şey hızla değişiyor… Değişen dünyada değişmeyen tek şey insanoğlunun kararsızlığı. Örneğin paleontoloji bilimi gösteriyor ki insanoğlu arka ayakları üzerinde durma kararını alabilmek yani Homo habilis’den Erectus’a geçmek için yüz binlerce yıl beklemiş. İkilemlerle dolu patikalar, binlerce yıl sonra hala günümüz insanının yolunu kesiyor.
Başlıklar irili ufaklı… Altına mı yatırım yapayım, dövize mi? Yürüyüş mü yapayım bisiklete mi bineyim? Kime oy vereyim? Kırmızı et mi, beyaz et mi tüketmeliyim? Şehir merkezine mi taşınayım yoksa şehir dışında mı kalmalıyım? Liste uzun. Kimisi hayatımızı ciddi oranda etkileyecek sonuçlara gebe, kimisi sadece ayrıntıdan ibaret. Üstelik sorun sadece bir karar vermekte zorlanmamız değil. Nedense hep yanlış şıkkı seçmemiz ya da kılı kırk yararak aldığımız kararları, bir çırpıda bozmamızda.
İçinizi rahatlatır mı bilinmez ama merak etmeyin. Bu sadece Türklere özgü değil, sorun evrensel boyutta.
3.şahsın şıkkı, hakkımda hayırlısı!
Yine de sosyal bilimciler umutsuz değil. İçimizdeki gel-git’lere çare aramaya devam ediyorlar. İnsanoğluna aldığı kararları uygulatan bir gen var mı bilinmez ama sosyal bilimciler bizi yanlış kararlara iten faktörleri sıralamak ve doğru seçeneği bulunca bunu yarıda bırakmadan uygulama kararlılığını hatırlatacak faktörleri sıralamaya çalışıyor. Konuyla ilgili akademik bir anket çalışması bile var. Chicago Üniversitesi Davranış Bilimleri Enstitüsü tarafından yürütülen çalışma oldukça ilginç. Çünkü hayatınızın kararını siz değil, yüzünü hiç görmediğiniz kurul üyeleri veriyor. Özetleyecek olursak, hakkınızda hayırlısını 3. şahıslara bırakan anket çalışması, “herhangi biri, hiçbirinden iyi midir?” sorusunun yanıtını arıyor.
Çalışmada sistem şöyle kurulmuş. Kariyer planlarınızdan, ailevi kararlarınıza bir dizi soru listesi içinden karar vermekte zorlandığınız başlığı seçiyorsunuz. Bu başlık altında birkaç soruya vereceğiniz yanıtın ardından, hakkınızdaki karar açıklanıyor. Elbette bu kararı uygulamaya mecbur değilsiniz ancak anket, en azından “uygulama istekliliği” bekliyor.
Ya pişman olursam!
Peki karar almayı bu kadar zor yapan şey ne? Arizona Üniversitesi Yönetim ve Pazarlama profesörü Terry Connoly’e göre aslında karar vermekten çok, aldığımız karardan pişman olmaktan korkuyoruz. Çünkü kendimize gereğinden fazla güveniyor, diğer seçenekleri yeterince araştırmak yerine yüzeysel değerlendirmeler ışığında kararlar veriyoruz. Bunun sonucunda da kaçınılmaz pişmanlık duygusunu yaşıyoruz. Pişmanlık korkusunu karar alma sürecinin dışında tutmamızı öneren Connoly’e, Northwestern Üniversitesi Pazarlama Profesörü Neal Roese de katılıyor. Pişmanlığı yaşamın ayrılmaz bir parçası olarak tanımlayan Roese’un önerisinin temeli şu: “Karar verirken, daha önce bakmayacağın kaynakları bile iyice incele. Seçimini buna göre yap. “
Kararsızlığın kitabını yazmak…
Harvard Business profesörü sosyal bilimci Francesca Gino, “Sidetracked: Why Our Decisions Get Derailed, and How We Can Stick to the Plan” adlı kitabında, aldığımız kararı değil de tam tersini uygulamamıza yol açan yani bizi kararımızdan caydıran faktörü, sıradan ve alakasızmış gibi görünen dış etkenlerin aldatmacası olarak tanımlıyor.
Bu konudaki bir diğer kitap Stanford Üniversitesi profesörlerinden Chip Heath’in “Decisive: How to Make Better Choices in Life and Work” başlığını taşıyor.
Bu çalışmalar, her ne kadar kararsızlığın nedenlerine ilişkin yeni bir sonuç sunmuyorsa da bilindik etkenlere daha yakından bakmamıza olanak tanıyor. Her iki kitap da, duyguların ve aşırı iyimser beklentilerin aldığımız kararlarda gereğinden fazla söz hakkı verdiğimize ve karar uygulama süreçlerimizin genellikle dış etkenlerin gölgesinde kaldığına işaret ediliyor. Doğru karara ulaşmanın ve bunu sonuca vardırmanın yolu olarak da “öz farkındalık” yani kişinin kendi duygu, tespit ve beklentilerini tanıması gösteriliyor.