Yazı: Yaprak Özer
Dünya nüfusu 8 milyarı aştı. 2030’da 8 buçuk, 2050’de 10 milyarı bulacak. Dünyada 771 milyon yaşlı birey (65+) yaşıyor. 2030 ve 2050’de sırasıyla 994 milyon ve 1,6 milyar kişi olacaklar.
Erkekler Türkiye’de daha erken yaşta ölüyor; 75,6. Kadınların yaşam beklentisi 81,2. TÜİK verilerine göre Türkiye’de 1 milyon 561 bin 398 yaşlı tek başına yaşıyor. Bu hanelerin yüzde 75’ni yaşamla başa çıkmaya çalışan yalnız ve yaşlı kadın oluşturuyor. Çoğu sabit gelir ve sosyal güvenceden yoksun. Yaşlı nüfusun yüzde 16,7’si yoksul.
Yine TÜİK verilerine göre Türkiye’de yaşlı nüfusu 7,5 milyon. Yaşlıları 65+ diye tanımlıyoruz ama bu insanlar homojen bir grup değil; 65-74 yaş yüzde 65’lik en büyük dilim. 75-84 yaş grubu yüzde 27 ikinci grup, 85 yaş ve üstü ise yüzde 8 ile eriyen kitle.
Ülkemizde doğurganlık oranı 1,7. Geri dönülemezlik eşiği olan 1,9’u çoktan aşmışız. Yaşlı sayısı çocuk sayısını geçmeye başlamış. Sağlıklı olarak geçirilen yaşam sürme penceresi ise 57,3 yıl.
Türkiye’de yaşlılık gerçeği 3 kelimede gizli; yoksun, yoksul ve yalnız. Yoksun çünkü pek çok haktan zaten mahrum, konfora ulaşamıyor. Yoksul çoğunun geliri yok, olan emekli maaşıyla idare ediyor ama ülke ekonomisinin hali malum, herhalde onların zenginleştiğini düşünen yoktur aranızda… Nedir bu insanların en önemli 3 sorunu; tahminde zorlanmazsınız; kronik hastalıklar, yoksulluk (barınma, yeme içme ve giyim), yalnızlık.
Yaşlı halkın yaşadığı zorlukları aktarmak üzere yazdığım bir yazıda; …Yaşlılar için “serbest dolaşım”ın anlamını açıklamaya çalışmışım. Depremde yaşananlardan sonra … Göçük altında çaresiz bekleyen yaşlılar için eleştirdiğim o düzenin bile bir lüks kaldığını görmek kahretti; “…yaşlı için bu kent içinde, mahallede, evde serbestçe dolaşmak demek. Mimarlar ve iç mimarlar afili projeler yapmaktan kendilerini alamıyor, kent yönetimleri birbiriyle mega proje yarıştırıyor ki her yer kazı içinde… yaşlılar yalnızca temel yaşam sürmek istiyor. Banyoda kafa göz yarmamak, apartman merdivenlerden inip çıkabilmek, kapıdan dışarı çıkıp bakkala yürüyebilmek istiyor. Kendiniz, onların yerine koymak ister misiniz, sanmam. Birbirinden farklı yükseklikteki kaldırımlardan çıkmak, çukurları ve tümsekleri, aldatıcı rögar kapaklarını geçebilmek, yaya geçitlerinden geçememek, her yere park etme özgürlüğü olan araçlardan ve bıçkın sürücülerden kaçmaya çalışmak. Müzelere, parklara ulaşamamak temel yoksunluk. Tabii mecburen gitmek zorunda kaldıkları kamu binaları ile banka şubeleri, alışveriş alanları da tuzaklarla dolu. Yürüyüş yaparken, size imrenerek bakan bir çift yaşlı göz görmemeniz mümkün değil, utancımdan yer yarılsa yerin dibine geçsem diye hissediyorum…” Gerçi kelimenin tam anlamıyla yerinde dibine geçtik.
Yaş aldıkça dengede durmak zorlaşırken, bir kere düşmek bile hayat kalitesini çok değiştirirken, basit bir kaza özgüvenin azalması, sosyal izolasyon ve hareketlerin sınırlanması gibi sonuçlar doğururken, depremden kurtulsanız bile yaşamak büyük sorun.
Türkiye’nin yumuşak karnı yaşlı nüfusu. Yaşlı ahali TV kumandasını bile kullanamayanlarla dolu, okuduğum bir söyleşide uzman, kumandayı kullanmaktan korktuğu için hep aynı kanalı izlediklerini söylüyor. Zaten hal böyleyken… yaşdaşlarının yaşadıklarını kayıp giden gencecik hayatları günlerdir izleyen ülkedeki tüm yaşlıların travmasını hayal etmek zor.
Yaşlılık Türkiye’de aynı zamanda pahalı. Hatta paranız olsa da yer yer imkansız. Pandemi toplumdaki en zayıf halkanın yaşlılar olduğunu gösterdi. İklim krizinde de durum farksız, en hızlı kurban verdiğimiz kitle yaşlılar. Sıcakta, soğukta, kuraklıkta, yangında… Sel, deprem gibi doğal afetlerde de yaşlılar en hızla kaybettiğimiz kitle. Hastalıklara yakalanmakta hastalıktan kurtulmakta, bakımda… yaşlılar zayıf halka.
Geriatri uzmanlarından, özel bakım sistemlerine, Alzheimer, Demans ve Parkinson gibi ağırlıklı yaşlı nüfusu etkileyen beyin motor fonksiyonları ile zamanla iflas eden organların bakım onarımı hakkında bilgimiz yalnızca yetersiz değil daha da tehlikeli kulaktan dolma.