Atatürk için sofra sadece yemek yenilen bir alan olmaktan çok daha öteydi. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mahmut Tezcan bu konuda şöyle diyor: “Burada ilim, sanat, kültür, nesnel görüşler, gerçeklikler, idealler yer alırdı. Ülke sorunları, geleceği, çözüm biçimleri aranırdı. Gönül sohbet ister, kahve bahane şiirinde olduğu gibi, Mustafa Kemal için de amaç, tartışmalardı, iyiyi doğruyu bulmaktı, akla yol açmaktı; sofra ise sadece bir araçtı.”
Yakup Kadri Karaosmanoğlu ise bir yazısında sofra konusuna şöyle yaklaşmış: “Atatürk’ün sofrasından hepimizin ruhunda ve dimağında nice derin, tatlı ve ibret verici anılar, yaşama ve insanlığa dair, nice değerli dersler kalmıştır.”
Diğer taraftan sofranın çok düzenli olmasını istediği ve bizzat kontrol ettiği de bilinen bir ayrıntı. Şef garson İbrahim Ergüven bunu doğruluyor: “Atatürk’ün sofrası, sofradan çok okula benzerdi. Sofrayı hazırlarken nasıl çiçekle süslemeyi ihmal etmezsem tabakların, bıçakların, bardakların yanına mutlaka birer bloknot ile kalem yerleştirmeyi de hiç unutmazdım.”
Farklı kaynaklar sofranın karşısında daima bir kara tahta, tebeşir ve silgi bulunduğunu, konuşulmak istenen konuya göre davet edilecek kişilerin belirlendiğini iç-dış politika, eğitim, tarih, coğrafya, dil gibi onlarca farklı konunun konuşulduğunu ifade ediyor.
Atatürk’ün Sofrası isimli kitabında İsmet Bozdağ şu ifadelere yer veriyor: “Atatürk’ün Sofrası” demek, hayatının büyük bir parçası demektir. Atatürk’ün hayatında dinlenme için ayrılmış bir zaman yoktur. Uyumuyorsa, okumuyorsa, yazmıyorsa, mutlaka sofrasının başındadır, çevresindeki arkadaşları ile bir şeyler konuşmakta, bir şeyler tartışmakta, haber alıp vermekte, uygulayacağı düşüncelerine sosyal taban hazırlamaktadır. […] Atatürk, konuştuğu insanları rahatlatabilmek için sofrasına çağırırdı. İçki ve dostlukla rahatlamış insanlar, bir süre sonra fikirlerini cesaretle ortaya dökerler, bildiklerini, işittiklerini kendi görüşlerine göre değerlendirirlerdi. Bu yüzden birçok devlet, memleket, dünya meseleleri zaman zaman sofraya gelmiş, orada konuşulmuş ve hatta kararlara bağlanmıştır.”
Atatürk’ün sofrasında Aydın milletvekili Reşit Galip’le eğitim konusu konuşulurken yaşadığı atışma farklı kaynaklarda dile getiriliyor. Sofrada tartışmanın uzayacağını anlayan Atatürk tüm zarafetiyle konuyu kapatmasını ve kalkmasını talep etse de Galip’in “Burası sizin sofranız değil, milletin sofrası. Burada oturmak sizin kadar benim de hakkım” diyerek kalkmak istemediğini görünce Mustafa Kemal “o zaman ben kalkayım” diyerek sofradan kalkıyor ve salondan çıkıyor. Hızla yayılan bu olay sonrası fazlasıyla mahçup olan milletvekili bir süre sonra tekrar sofraya geldiğinde Atatürk her zamanki konukseverliğiyle kendisini karşılıyor ve hatta şakalaşıyor. İlerleyen dönemde fikirlerini savunmaktan sakınmayan Reşit Galip’i Milli Eğitim Bakanı olarak tayin ediyor.
Mustafa Kemal kitabında Yılmaz Özdil, meşhur kara tahtanın bugün Türk Tarih Kurumu’nun Ankara’daki genel merkez binasında bulunduğunu hatırlatıyor.