Röportaj: Yaprak Özer
Para mutluluk getirir mi? Ne dersiniz… Üzerinde çok ve derin araştırma olan bir soru. Para-mutluluk üzerine yazılıp çizilenler deniz derya. Akademik çalışmalar son derece etkileyici ve ilginç olan şu ki; siyaset dili de “mutluluk” kelimesini kullanmaya başlıyor. The Globalist, yayınladığı güncel makalelerden birinde Amerikan Özgürlük Bildirgesi ki, anayasasında mutluluk ifadelerini mercek altına almış. Kurucu başkanların ifadelerinden yola çıkarak mutluluk devlet ilişkisi ve devletin mutluluğu sağlama rolü ve sorumluluğuna giriş yapmış. Tartışılmasını yürekten istediğim bir konu! Dahasının ve çok daha fazlasının geleceğini öngörebiliyorum. Kaldı ki, siyasetin mutluluğa düşmesi şaşırtıcı değil; yaşadığımız günlere baksanıza, küçücük umutlardan koskoca mutluluklar çıkarmak için uğraşıyoruz.
Yeri gelmişken sorayım; Mutlu musunuz? Ne kadar mutlu ya da neden mutsuzsunuz? Konuşun kendinizle…
Dönelim mi para mutluluk ilişkisine; bazılarınızın, “parayla saadet olmaz” gibi, ezbere dayanan repliklerle yanıt verebileceğinizi tahmin ediyorum. Unutmayalım, çok Türk filmi izlemişliğimiz var…
Mutluluk araştırmaları, prestijli üniversitelerin davranış ekonomisi alanındaki çalışma konularından. Harvard’da bu konuda hayli popüler bir kürsü bile var. Mutlulukla ilgili ilginç araştırmalardan biri yıllar önce Princeton Üniversitesi’nde yapılmıştı. Anımsayanlar olacaktır; araştırma sonucuna göre belli bir seviyede para sahipliğinden ötesi daha fazla mutluluk vermiyor diyordu. O gün, o para 75 bin dolar seviyesindeydi… Mutluluk belli bir seviyeden sonra büyük sıçrama yaratmıyor. Unutmayın, açlıkla mücadele eden birini ne mutlu eder; bir somun ekmek mi Ferrari mi? Temel ihtiyaçlarını garanti altına alanı sonrası ne niye mutlu eder?… Felsefe yüklü bir tartışmaya boğmak istemem sizi.
Gelin görün ki, yeni nesil araştırmalara göre bu çalışma geçerli değil. Proceedings of the National Academy of Sciences’da yayınlanan yeni bir araştırma, on binlerce Amerikalı üzerinde bir milyondan fazla veriyi inceleyerek farklı sonuca ulaştığını ifade ediyor. Mutluluğun, gelire paralel istikrarlı bir şekilde arttığı sonucuna varmış. Tek cümle: “Para Mutluluk Satın Alabilir!” çalışma böyle diyor.
Oysa, dünyanın en zenginleri başka başka konuşuyor… Bill Gates, servet peşinde koşarak mutluluğu kovalamanın berbat bir yol olduğunu savunuyor. Elon Musk, servetine birkaç milyar dolar net servet ilave ettiğinde omuzlarını silkeliyor. Onlar mı garip, biz mi? Yoksa bizi mi kandırıyorlar…
Princeton Associates adlı kurumun çalışmasına Wall Street Journal’da rastladım. Para mutluluk ilişkisine tam kalbinden hançeri sokuvermiş; Evli kadınların üçte ikisi, evli erkeklerin ise yüzde 50’si “para”diyor… Günümüzde pek çok şey gibi mutluluğun tanımının da değiştiği ortada. 30 yaş bekar kadınlarının yüzde 75’i, “Para” derken, 20’li yaşlarında olan erkeklerin (%59) kalbi aşk için çarpıyor! Gençlik işte… Türkiye farklı mı? Türkiye de (%70) “Para” diyormuş. 25 yaş altı hala romantizmin etkisinde olup aşk peşinde koşsa da yaş kemale erince ki, o da fazla değil, 25-50 yaş grubu parayı tercih ediyormuş.
Davranışlarımızı analiz ederek yorumlamanın giderek daha önemli hale gelmesi kaçınılmaz. İş dünyası, siyaset, özel ilişkiler değişen tutum ve davranışlarımıza göre pozisyon almak zorunda kalıyor ve kalacak. “Mutluluk” toplumun her kesiminin daha fazla izleyeceği duygularımızın başında geliyor. Davranış ekonomisi altında mutluluk konsepti ve “mutluluk ekonomisi” üzerine uzmanlığa koşan Melodi Buket Kanlıoğlu*’nun bir makalesiyle karşılaştım. Merak ettim ulaştım, kısa bir söyleşi gerçekleştirdik, sizinle de paylaşmak istiyorum.
Söyleşimizi isterseniz youtube kanalımdan da izleyebilirsiniz.Yaprak Özer Youtube
Yaprak Özer: Davranış ekonomisi ne çalışıyor? Bunların alt başlıklarını birer kilit kavram olarak söyler misiniz?
Melodi Buket Kanlıoğlu: Ana akım dediğimiz iktisat bize birey, “Homo Economicus”tur der. Yani birey, rasyonel bir insandır. Fakat görülüyor ki, çok fazla krizle mücadele ediyoruz; rasyonel olmayan kararlar alıyoruz. O zaman işin içinde başka şeyler de var. Bu krizlerle karşılaştığımızda, iktisadın bize söylediklerinin işlemeyişi, panik anlarında tercihlerimizin çoğaldığı anlarda verdiğimiz kararların rasyonel olmaması… Homo Economicus davranmamamızın altındaki sebep insanın psikolojik bir varlık olması…
Davranışsal ekonomi, insanın karar verme mekanizmasında hemen hemen her yere dokunabiliyor. Somut örnek vermek gerekirse, BES adını verdiğimiz tasarruf sistemleri. BES Türkiye’de uygulanmak istenenden ya da dünyadakinden daha farklı… Amerika’da 1958’de davranışsal iktisat dürtme politikalarıyla birlikte BES, hayatlarına dokundu. Başka örneğin çevre kirliliğiyle çok mücadele ediyoruz, burada da davranışsal iktisadın çeşitli dürtme politikalarını görebiliyoruz.
Yaprak Özer: “Dürtme” derken neyi kastediyoruz? Kanun koyucudan, onu yap bunu yap gibi kodlamaları mı, dürtme olarak anlamalıyım?
Melodi Buket Kanlıoğlu: Richard Thaler ve Sunstein’in Dürtme (Nudge) diye bir kitabı var. Bu kitabın yazılış amacı kitabın kapağında da “Sağlık, zenginlik ve mutluluk için alınan kararları geliştirmek üzere…” diye yazıyor. Gözlemlediğimiz rasyonel olmayan hareketlerimizi, doğru kararlar alabilmek, doğru noktalara değinebilmek, doğru rasyonelliğe varabilmek adına, özellikle hükümetler tarafından kullanılan bir metot…
Örneğin Amerika’da, İngiltere’de hükümetlerin davranışsal iktisat birimleri var; BES politikası ya da çevreyle ilgili alınan hamleler, dürtme politikasının çerçevesi altında toplanır. Bugün insanları tasarrufa yönlendirmek için yaptığınız BES, bir dürtme politikası örneğidir. Amerika’da çevre kirliliğine dikkat çekmek için yapılan, “Teksas’la Kafa Bulmayın” (Don’t Mess With Texas) deneyi de öyle… Halkın psikolojik noktasına dokunuyor. Buna “referans etkisi” de denilebilir. Birey onu gördükten sonra doğru karar vermeye yönlenebiliyor.
Yaprak Özer: BES’te çok dürtme olsa da istendiği ölçüde yayılamadı…
Melodi Buket Kanlıoğlu: Evet.
Yaprak Özer: Dürtme her zaman başarılı olabiliyor mu?
Melodi Buket Kanlıoğlu: İnsan işin içine girince, uyguladığımız ekonometrik modeller her zaman tutacak diyemeyiz. Hata payları her zaman olacak. Bırakın toplumları, biz kendi ülkemizdeki insanlar olarak bile birbirimizden ya da kendi ailemizdeki bireylerden davranış olarak farklıyız. Her zaman tutacak diyemem ama referans etkisine göre örneğin komşumuzun araba alması bizi alakadar edebiliyor. “Bu gelirle arabayı nasıl almış? Ben neden alamadım?” sorusu tetikliyor…
Yaprak Özer: Kıskançlık olmasın…
Melodi Buket Kanlıoğlu: …ihtiyacım olmadığı halde o arabayı almaya yönlendirebiliyor. Ya da uzun zamandır birikimim var ama tüketime dönüştüremediğim tasarruflarımı hedefleyerek beni tüketime sevk ediyor. Bizler, çevremizden etkileniyoruz. Referans noktası belirliyoruz. 10 Nisan 2020, sokağa çıkma yasağının geldiği ilk akşamı hatırlayalım. Karar geldiği an, insanlar bir anda açık market, açık bakkal, açık benzinci bulup, ekmek su süt almaya koştu…
Yaprak Özer: Sokağa çıkıp hastalanmayın derken, Corona patladı. Bizim de hükümette davranışsal ekonomi bölümüne mi ihtiyaç var?
Melodi Buket Kanlıoğlu: Öyle de söyleyebiliriz. Bizim aslında var.
Yaprak Özer: Neden mutluluk ekonomisi çalışıyorsunuz?
Melodi Buket Kanlıoğlu: Mutluluk ekonomisi daha çok sosyoloji ve psikoloji bilim dallarındaki pozitif ivmeden sonra iktisatçıların da ilgilendiği bir konu oluyor. Nasıl ilgileniyor iktisatçılar? Daha çok mutluluğu bireyde ya da o toplumda yaşayan toplumun bütününü açıklayan değişkenlerini merak ediyorlar. Örneğin gelir acaba mutluluğu ne kadar açıklıyor? Örneğin istihdam durumu mutluluğu ne kadar açıklıyor? diye… Bu nokta dikkatimi çekti bireyin en nihai olarak sahip olmak istediği nokta mutlu olmaktır. Örneğin, tamam para kazanmak için çalışıyorum ama mutlu olmadığım bir işte niye çalışayım? Ya da örneğin ben İktisat çıkışlıyım; İktisat okuyorum ama mutlu olmadığım bir dalı niye okuyayım?
Yaprak Özer: Bunu, sizin yaş grubunuz söylüyordu, bizim yaş grubumuz değil. “Mutsuz mutsuz oku ya da çalış… ‘Mutlu muyum?’ diye sorma bizim ve bizden önceki nesli temsil ediyor. Gelişen günler hayatımıza bambaşka şeyler getiriyor.
Melodi Buket Kanlıoğlu: Kesinlikle… Mutluluk, dediğiniz gibi, bizim yaş grubumuzda, büyük ihtimalle de daha sonra gelecek jenerasyonlarda daha fazla konuşulup yazılacak çizilecek ama ilk bakıldığında Antik Yunan’dan günümüze mutluluk kelimesi, mutluluk kavramı hep filozoflar düşünürler tarafından ele alınıp açıklanmaya çalışılıyor; mutluluk nedir, bir birey nasıl mutlu olur, mutlu olmanın yolları nelerdir? diye… Daha sonrasında psikoloji ve sosyolojideki gelişmeler iktisatçıların da dikkatini çekiyor ve biz ekonomiyi bir araya getirebilir miyiz’i düşünüyorlar… Ve getiriyorlar da…
Yani mutluluğun tek bir tanımı mümkün değil. Size göre farklıdır, bana göre farklıdır, ülkelere göre farklıdır. Fakat çok atıf alan bir tanım var literatürde… Hollanda’da Prof. Ruth Van Hoven’ın Nobel ödüllü bir mutluluk ekonomisi çalışanı, diyor ki, “Mutluluk, tanımlamak gerekirse, bir insanın genel kalitesini bir bütün olarak pozitif değerlendirdiği derece.” Ve biz mutluluğu ölçebiliyoruz. Tek bir tanımı mümkün değil ama mutluluğu ölçebiliyoruz. Örneğin bizde TÜİK ölçüyor. TÜİK size soruyor. Yaşam Memnuniyeti diye bir anketi var. 2003 yılında ilk defa yapmaya başladı bunu TÜİK… Yaşam Memnuniyeti Anketi 2003 yılında çıktığında, şu şekilde soruyorlar mutluluğu: “Yaşamınızı bir bütün olarak düşündüğünüzde ne kadar mutlusunuz?” Ve sizden yanıt bekliyor. Beş tane yanıt hakkınız var. 1: Çok mutlu, 2: Mutlu, 3: Orta, 4: Mutsuz, 5: Çok mutsuz. Ama tek bir sorudan oluşmuyor bu anket tabii… Sizin sosyodemografik bilgilerinizi alıyor; istihdam durumunuz, çalışıyor musunuz, işsiz misiniz, öğrenci misiniz? Gelecekten beklentileriniz neler? Soruyor: Gelecek yıl Türkiye’de ekonomi nasıl olacak? Daha iyi mi – kötü mü – aynı mı? gibi…