Yazı: Yaprak Özer
Haydi buyurun konuşmaktan pek hoşlanmadığımız konulardan birine; kibarca ruhumuz, adlı adınca da akıl sağlığımız. Dikkat ediyorum, artan bir hızla düşünce kuruluşlarının radarına giriyor.
Ne kadar zaman önceydi anımsamıyorum, magazin yıldızlarına taş çıkartan Büyük Britanya Prensleri ve eşleriyle ilgili bir şeyler okuyorum… hatta hatırladım şimdi, bundan iki yıl önceki Davos toplantısında Prens William oturumunu izledikten sonra anlattıkları ne kadar doğru diye Google’lamıştım. Malum Kraliyet her haliyle ilginç ama bilmediğim bir haliyle bana göre daha ilginç çıktı. Varlık nedenleri (Artık Prens Harry için değil) ülkenin algısını pozitif değerlerde tutmak olan Kraliyet mensupları, tahmin edeceğiniz üzere dünya kadar sosyal sorumluluk organizasyonuna katılmak zorunda. Mevcudiyetleri PR. İki prens ve büyük gelin, eski kuşağa inat zamanın ruhuna uygun farklı bir vakıf kurmuşlar. Özel olarak da mesai harcıyorlar. Akıl sağlığı ve travmaları üzerine yoğunlaşıyorlar. Nedenleri muhtelif olabilir ama önemli konu dünya nüfusunun çok büyük bir bölümünün akıl sağlığından yoksun olması.
Gelişmiş ekonomilerde bu konuya vakfedilen araştırmalar ile çözümlerine ilişkin bilgiler çok fazla. Her şeyden önce o coğrafyalarda istatistikler tutulabildiği için bıçağın kemiğe dayandığı görülüyor. Örneğin her dört Amerikalı’dan birinde zihinsel ya da madde kullanım bozukluğu var. 1999 – 2018 arasında intihar oranı yüzde 35 artmış. Onuncu ölüm nedeni. Bu ülkeler konuyu bizden daha rahat konuşabiliyor. Belki de sağlık harcamalarında bu detaydaki artış roket hızında olduğu için kabullenmişlik var. Akıl sağlığı deyince tuhaf geliyor biliyorum. Depresyon da diyebiliriz. İsterseniz daha şık bir terimle ilerleyelim, “Ruh Üşümesi”.
Neden bu konu, neden bugün?
Zamanı yok aslında, ama tam da zamanı. COVID-19, davranışsal sağlık sorunlarının yaygınlaşmasında neredeyse yüzde 50 artış potansiyeline sahip. 2020 Şubat – Mart ayları itibarıyla anksiyete antidepresan, antianksiyete ve anti-uykusuzluk reçeteleri tavan yapmış, bence yalnızca Amerikan halkı değil hep birlikte leblebi çekirdek misali tüketiyoruz. Bu arada başınız ağrıdığında, dizinizde ödem olduğunda, daha da ileri gideyim Allah korusun kanser falan olduğunuzda tabii ki soluğu doktorda alıyorsunuz. Ama akıl sağlığınız bozulduğunda önce siz kabul etmiyorsunuz. Sonra mahalle baskısı var. Çalışıyorsanız damgalanmaktan korkuyorsunuz. Haydi diyelim şanslı azınlıktasınız sağlık sigortanız bile var, o da ne (!) ruh sağlığı kapsam dışı. İlle kan revan içinde kalacağız. Oysa ruhumuz hastalandığında bir süre sonra mutlaka bedenimizde yansımasını görüyoruz. Benim canımı acıtan akademik bulguyu paylaşıyorum; gençlerin davranışsal sağlık sorunları olma olasılığı daha yüksek. 18 – 25 yaş arasındaki genç yetişkinler herhangi bir akıl hastalığının en yüksek prevalansına sahip. Buradan çalışma hayatına kısa bir geçiş yapmak istiyorum. Şirketlerin çalışan sağlık sigorta kapsamına hangi adıyla koyarlar bilmem “ruh üşümesi”ni eklemeleri kaçınılmaz. Konuşmaya başlamakta fayda var. Farkındalık konuşarak artıyor. Ayrıca akıl sağlığı bozulması ayıp bir şey değil. Kadı ki, şirketler, çalışanların ruh sağlığı sorunlarını ele alma zamanının geldiğini sizden daha önce fark ettiler. Fısıltıyla konuşmanıza gerek yok yani. Ruh sağlığı sorunlarının ekonomik etkisi o kadar büyüdü ki, görmezlikten gelmek için çok geç. Mind Share Partners küresel bir firma. Bin 500 çalışanla araştırmış (2019) katılımcıların neredeyse yüzde 60’ı akıl sağlığı semptomları yaşadığını bildirmiş. Yarısı semptomların bir aydan fazla sürdüğünü söylemiş. Üretkenliklerinin olumsuz etkilendiğini ifade etmişler. Grubun yarısı Y kuşağı. Z Kuşağı katılımcılarının yüzde 75’i işlerini kısmen de olsa zihinsel sağlık nedeniyle bıraktıklarını söylemiş. Ne acı değil mi? İşte tam da bu nedenle “güzel yaşa” konsepti altında konuşmak ve konuşturmak istiyorum. Normal bir şey bu! Kaldı ki, yakında bir gün ruh sağlığı, “çeşitlilik ve kapsayıcılık” temasına terfi edebilmeli!… Pandemi durumu çok kötüleştirdi, yaklaşık bin işverenin katıldığı bir McKinsey anketinden söz edeyim; katılımcıların yüzde 90’ı COVID-19’un davranışsal sağlığı ve üretkenliği olumsuz etkilediğini ifade etmiş! Ben bu krizden bir hayır doğacağına inanmak istiyorum.
Biliyor muydunuz diye bu cümleme başlayacaktım ki, nereden bileceksiniz ben de araştırma yaparken takıldım; Starbucks bir yıl içinde çalışanların sağlık primlerine, şirketin varlık sebebi olan kahveden daha fazla para ödemiş! Üç küresel otomobil üreticisi dev şirket, sağlık hizmetlerine hammadde çelikten daha fazla harcama yapmış. Bir antidepresan almak, sonraki dönemde diyabet ilacı alma olasılığını yüzde 30, kanser olasılığını yüzde 50, kalp hastalığı olasılığını neredeyse yüzde 60 artırabiliyormuş. Antidepresan alanların sonradan yatıştırıcı kullanma olasılığı yüzde 300’den, amfetamin reçetesi alma olasılığı yüzde 400 daha fazlaymış. Anlayacağınız, depresyon denilen şey fiziksel rahatsızlıklardan daha az “gerçek” değil. Bu arada depresyon, uyku bozukluğu, suçluluk, enerji kaybı, konsantrasyon bozukluğu, iştah değişikliği gibi çeşitli semptomlar gösteren heterojen bir hastalık. Son sözüm, bu sorunlar Amerikalı ve Avrupalılara özgü değil. Doğu’ya gittikçe evlere ve aile içine sakladığımız konular bunlar. Pandemi, dört duvar arasında hor muamele, dayak, cinsel şiddet, ve kadın ölümlerini artırdı… Ruh üşümesi konuşarak hafifler. Daha güzel yaşamak için konuşmaya başlayalım mı?