Aslen Asyalı, bizdekiler doğma-büyüme kimi zaman Akdenizli ama çoğu zaman Karadenizli; ama asla Amerikalı değil! Hak ettiği değeri görmemesi bundan mıdır? Naçizane fikrime göre bundandır. Neyden bahsettiğimi sorarsanız çok sevdiğim, değerini bilenin hakikaten kayırdığı bol torpilli meyve cennet hurması, nam-ı diğer Trabzon hurmasından bahsediyorum.
Amerikalı olmadığından bahsederken, ima ettiğim tabii ki sadece Amerika’da yetişen mahsullerin değer gördüğü değil. Aslına bakarsak orada hızlıca doğan ve hızlıca sönüp giden tüm akımlar gibi cennet hurmasının da ülkemizde, oralardan aşılanan popüler bir öge olmadığı için kaybettiğini, kaybetmekten ziyade çok kazanılamadığını düşünüyorum.
Yaşantımızı sadeleştirmek
Günümüz moda dünyasına baktığımızda, rüzgar gibi gelip geçişini bile takip edemediğimiz, son 10 yılda iyice coşmuş, tüketicisini de “coşturmuş”, geçici akımlardan ibaret bir endüstri görüyoruz. Tuzağına ben de düşmüyor muyum? Düşüyorum tabii ki! Çoğumuzun neden neyi aldığını bile bilemediği, biraz kirlenmiş bir sektör olarak değerlendiriyorum moda dünyasını. Yine de genellemelerden kaçınmalı, zira nadiren de olsa emek ve yaratıcılığın tavan yaptığı zamansız markalar ve ürünler de görüyoruz elbette. Gerisi tamamen popüler kültürlerin belirlediği, ürünün değil reklamın kazandığı bir tüketim yarışı… Ne dünyamıza, ne de bizlerin akıl sağlığına fayda etmeyen bu kültürün yerini, elimizdekilerin kıymetini bilmeye, tüketirken ‘’zamansızlık’’ aramaya, herkesin değil senin olanın peşinden gitmeye doğru yavaş yavaş bırakabilsek ne güzel olur. Belki minimal yaşamın da moda olmasını, sosyal platformlarda ses getirmesini beklemektense onu bireysel olarak içselleştirmemiz, keyfini sürmemiz kendimize vereceğimiz en güzel hediye olur bu yıl.
Mevsiminde ve yerel beslenmek
Konumuza dönecek olursak, aslında çok farklı bir konuya sapmış da değiliz; çünkü aynı şeyin son birkaç yılda yeme-içme alışkanlıklarımıza bulaştığını gördüm! Yemeğin de modası olur mu demeyin, her sene yerini bir diğerine bırakan yepyeni yeme alışkanlıklarını, ‘’superfood’’ furyasını, tarih boyu ses soluk çıkarmayıp tam da şimdi gündemin tam ortasına oturan o her derde deva mucizevi besinleri görmüyor olamazsınız. Başlarda bunun büyüsüne kapılmış giderken, kendimi yine sonu gelmeyen ve asla bitmeyen bir yarışın içinde gibi hissetmeye başladım. Bu yüzden bizlere dayatılan kılık kıyafet modasını, yeme içme modasını, spor modasını ve hatta yaşam modasını hep birbirine paralel görüyorum.
Yeme içme deyince en doğrusu şu mottonun içinde gizli: ‘’Mevsimsel ve yerel beslenmek.’’ Uzaklardan gelmiş, tazeliğini kaybetmiş meyveleri, sebzeleri süpermarketlerden servet harcayıp eve doldurmak yerine, neden yanı başımızdaki nimetleri es geçelim? Üstelik Covid-19 ile beraber iyi tarım sertifikalı veya organik yerli üretim mahsullere ulaşım bu kadar kolaylaşmışken… Ülkemizde yetişen taptaze ürünleri tüm pandemi sürecinde kapılarımıza kadar taşıyan o kadar çok girişim oldu ki, bu gelişmeler hem yerli üreticinin hem de tüketicinin yüzünü güldürüyor. Yerli ve mevsimsel olana yönelmek, umutlarını kaybetmemek için direnen çiftçimize motivasyon oluyor. Bu girişimleri yakalamak çok kolay, ama eve sipariş konseptine tüm bu sürece rağmen hala daha alışamadım diyenlerdenseniz, o zaman da imdadınıza semt pazarları yetişiyor. Uzun lafın kısası, bin bir yolu var güzel topraklarımızın bizlere sunduğu nimetlere ulaşmanın.
Torpilli meyve
En başta söylediğim gibi, cennet hurması da topraklarımızın bize sunduğu çok torpilli bir meyve. Çok popüler olmasa da yerelliğin gündem olmaya başladığı son zamanlarda adını daha sık duyar oldum. Oysa çocukluğumdan beri o kadar severim ki… Hele iyice olgunlaşmışsa tadına doyum olmaz. Dokusu hiçbir meyveye benzemeyen ve kendine has, yapısı çok doygun ve lezzeti zengin, tüm bunların yanında yararları saymakla bitmez bir cevher kendisi. Bağışıklık savaşçısı, vitamin ve mineral zengini, yüksek antioksidan kaynağı olmakla beraber gastrite, kolesterole, bağırsak rahatsızlıklarına büyük ölçüde fayda sağlıyor. Kalp dostu ve diğer faydaları ile beraber çok daha fazlası… Yüksek lifli yapısı sayesinde diyet programlarına iç rahatlığıyla adapte edilebilir, hatta muzun tahtını kış aylarında derinden sarsabilir.
Nasıl tüketelim derseniz…
En basitinden meyve olarak tüketmek bile müthiş bir haz ve doyum sağlıyor. Ama yapısı öyle elverişli ki insanın muzun girdiği her tarife adapte edesi gelmiyor değil. Mesela çok meşhur ‘’Banana Bread’’ tariflerimizi sil baştan bir de cennet hurması ile deneyebiliriz. Maksadımız muzu yerinden etmek değil de, mutfağımızı çeşitlendirmek. Kek ve kurabiye tariflerinde, püre haline getirip muhallebilerimizin üstüne ya da kahvaltı sofralarına, salatalara, sabah Smoothie tariflerimize rahatlıkla uygulanabilir. Muz için iyi bir alternatif olmakla beraber balkabağının barındığı her tarife de rahatlıkla ayak uydurabileceğini düşünüyorum.
Benim favori tüketim şeklim ise sabah hayvansal/bitkisel yoğurt üzerine granola veya yulaf eklediğim kasemin bir köşesine yumuşamış etli kısmını koymak. Böylece bazen yavan olarak deneyimlediğim o tat, çok daha heyecan verici bir hale geliyor. Kaseye başka bir meyve veya tatlandırıcı eklemek yerine cennet hurması eklendiğinde kendiliğinden fazlasıyla tatlı bir meyve olduğu için yeterli oluyor. Tabaklarımızda ve tariflerimizde özellikle de bu mevsimde taptaze varlığını sürdürmeyi her meyveden çok hak eden cennet hurmasına bu kış siz de bir şans vermeye ne dersiniz?
Yazı ve fotoğraflar: Cansu Coşkun