Dünya nüfusu gün geçtikçe şişmanlıyor. Bu durum sanıldığının aksine basit bir yeme bozukluğundan çok daha derin anlamlar içeriyor. Öyle ki dünyadaki ilk üç ölüm nedeni arasında obezite de yer alıyor. Profesör Dr. Halil Coşkun metabolik hastalıklar üzerine uzmanlaşmış bir genel cerrah. Coşkun’la obezite hakkında konuştuk.
“Türkler geleneksel beslenme şekli nedeniyle obez olmaz.” Bundan 10-15 yıl önceki düşüncem bu yöndeydi ama istatistikler de gösteriyor ki yanlış düşününler grubundaymışım. Zira açılan fast food restoranları da bu istatistiki verilerin doğruluğunu kanıtlar nitelikte. Peki ama geleceği okuma konusunda nerede hata yaptık. Nasıl oldu da hızla obez olma yolunda ilerleyen bir toplum olduk. Tüm merak etiklerimi Profesör Dr. Halil Coşkun’a sordum.
Türkler obez olmaz diye düşünürdüm sizce nerede yanıldım?
Aslında yemek yeme alışkanlıklarımız ve çevresel faktörlerin değişmesi kaynaklı. 40-50 yıl önce dedelerimizde, babalarımızda bu kadar büyük bir obezite görmüyorduk. Maalesef belli bir dönemden sonra çevresel faktörler değişti, gıda sektöründe çok büyük bir büyüme oldu, temel yeme alışkanlıklarımız değişti, fastfood dediğimiz olay 20-25 yıldır hayatımızda. Şeker Bayramı’nda annem şeker ve çikolatayı saklardı. Bugün çocuklarımız problem yaşamasın, ağlamasın, sıkıntı olmasın diye yüksek kalorili diyetleri çok rahat onlara verebiliyoruz.
Bu gıdalar mı şişmanlığı yaratıyor? Genetikle alakası yok mu?
Sadece gen bozukluğuna bağlı obezite problemleri var ama oranı çok düşük. Örnek veriyorum, Cushing Sendromu dediğimiz bir hastalık var. Suprarenalis’i (böbrek üstü bezleri), hipofizi etkileyebilen, bu hastaların kilolu olacağını biliyoruz ama bunların oranı çok düşük. İkinci olarak ailevi yatkınlık dediğimiz bir olay var. Bu bence daha önemli. Bazen bunu genetik yatkınlıkla karıştırıyoruz.
Ailevi yatkınlık genetik demek değil.
Değil. Doğru bir şey değil. Neden, çünkü anne babadan birisi kiloluysa çocuğun ileride kilolu olma oranı yüzde 30-40’ları buluyor. Ama ikisi birden kiloluysa o çocuğun kilolu olma oranı yüzde 70-80’lere kadar çıkıyor. Yüzde 100 kilolu olacak diyemeyiz.
Türkiye’de obezite oranı nedir?
Türkiye’de son istatistiklere göre yaklaşık olarak yüzde 22-23 civarı, yani yüzde 20’nin üzerinde bir obezite prevalansımız var. Obezitenin tanımını iyi yapmak lazım. Vücut kitle endeksi dediğimiz bir değer kullanırız. Sadece kişinin kilosu değil, kilosuyla boyunun arasındaki orantı önemli ve bu oranın normali 18 ile 25. Biz 25-30 arasına fazla kilolu, 30’un üzerine de obez diyoruz. Biraz evvel bahsettiğim yaklaşık yüzde 20’lik oran 30 kg ve metrekarenin üzerinde bulunan kişi sayısı. Bugün 80 milyonsak, en az 16 milyon civarında obez ülkemizde var.
Şişmanlık ve obezite beraberinde hangi hastalıklara davetiye çıkartıyor.
Mckinsey Araştırma Enstitüsü 2 – 3 yıl önce bu konu ile ilgili bir çalışma yayınladı. Dünyada önlenebilir ölümü meydana getiren problemleri araştırmışlar. Bir numarada terör, 2 numarada sigara, 3 numarada obezite çıkmış. Aslında obezite önlenebilir, engellenebilir hastalık. Bir kere hastalık, olduğunu kabul edelim. Ama obezitenin engellenmesi Dünya Sağlık Örgütü’nün odaklandığı şekilde obez olmamış bireylerin üzerinden yapılması lazım. Biz ne yapıyoruz? Biz obez olanları tedavi etmeye çalışıyoruz. Tedavi çok zor bir iş. Ben obezitenin cerrahi tedavisi ile ilgilenen bir hekimim, bir öğretim üyesiyim, ama işte bildiğimiz yöntemler nedir? Diyet, egzersiz, ilaç tedavisi ve en son aşama cerrahi. Bu tedavilerin sonuçları belli. Ama obeziteyi gerçek anlamda çözümlemek istiyorsak obez olmayanları obez olmadan önce engelletmemiz lazım.
Çocuklarda mı daha fazla?
Bahsettiğim oran erişkin obezitesi. Ama çocukluk ve bizim genç erişkinlik dediğimiz adolesan obezite de gitgide artıyor.
Engelleyemediğiniz hasta için neler yapıyorsunuz?
Aslına bakarsanız öyle bir noktadayız ki, herkes zaten diyetle doğmaya başladı. Başa çıkamayınca öncelikle diyetisyene gidiliyor, sonraki aşamada egzersiz programları devreye sokuluyor. Bir sonraki aşamada bir hekime gidelim diyorlar. Bu konu ile ilgilenen endokrinologlarımız, dâhiliye hekimlerimiz var. Onların genelde ilk yaptığı şey acaba bu bir hastalıktan kaynaklanabilir mi diye mutlaka bir şekilde kan tetkikleri, birtakım araştırmalarla birlikte obeziteye zemin hazırlayan bir hastalığı var mı diye bakıyoruz. Yüksek oranda çıkmıyor. Çok nadiren çıkar. Çıkmayınca bu sefer deniliyor ki beslenme kontrolü yapmamız lazım, daha çok enerji harcamamız lazım; ama maalesef bunların da büyük bir kısmı yapılmıyor ve sonuçta obezite gitgide artıyor. Son dönemde dünyanın en çok yapılan ameliyatlarından bir tanesi obezite operasyonları.
Mideyi mi küçültüyorsunuz?
Burada yöntemler sadece mide küçültme değil. Genelde mide üzerinde yaptığımız işlemler, bazen işin içerisine ince bağırsakları da katıyoruz. Temelde iki mekanizma var. Birincisi restriksiyon dediğimiz mide hacmini küçültüp kişinin yemek yeme miktarını azaltıyoruz ki, bu işlem yapılınca midenin büyük bir kısmı devre dışı kalınca sadece hacim küçülmüyor, mideden salgılanan özel bir hormonumuz var, ghrelin dediğimiz açlık hormonu, bu önemli bir hormon, yüksek oranda buradan salgılanıyor, sadece mideden değil ama yüzde 80’i mideden salgılanır, midenin büyük bir kısmı çıkınca bu hormon sayısında ciddi bir azalma söz konusu. Kişi az yemek yiyor ve kendini daha tok hissetmeye başlıyor ve kilo kaybediyor.
Kelepçe dediğiniz şey nedir?
Kelepçeyi artık yapmıyoruz. Kelepçe, midenin üzerine takılan silikondan bir banttı. Onu sıktığınız vakit yukarıdan aşağıya olan geçişi engelliyordunuz, azaltıyordunuz. Burada midenin yaklaşık yüzde 80’lik kısmı tamamen devre dışı kalıyor. Çıkartıyoruz. Buna tüp mide ameliyatı deniyor ya da sleeve gastrectomy. Bir diğer ameliyat şeklimiz de mideyi küçültüp ince bağırsağı aşağıdaki bir noktadan alıp yukarıya bağlantı yapıyoruz. O zaman hem kişi az yiyor hem de yediği gıdalar on iki parmak bağırsağına uğramayıp, emilmedikleri için bir kısmı atılıyor. Biz buna malabsorbsiyon diyoruz. Emilimi de engelleyerek kişiye kilo kaybettiriyoruz.
Madem çok şişmanım, ameliyatla bunu giderebilirim. Ama bu böyle değil galiba.
Ameliyatlar sihirli değnek değil. Ameliyat çok etkili araç. İyi kullanmak lazım. Ameliyattan sonraki süreçte hastanın beslenme düzeni için özel beslenme uzmanlarımızla yeni beslenmelerini öğrenmeleri gerekiyor. İkincisi mutlaka psikiyatrik ve psikolojik destek almalarını öneriyoruz. Ama bizim ülkemizde birazcık psikiyatrik ve psikolojik destek negatif karşılanıyor. Çok hasta bunu kabul etmek istemiyor. Oysa yemek yemede duygusal yemek yeme bağımlılığı, bazen gece kalkıp yemek yeme bağımlılığı gibi bir sürü farklı sıkıntı var. Bunların sebeplerinin araştırılıp nasıl çözümleneceğinin bir psikiyatr ya da psikolog tarafından kişiye aktarılması ameliyatın başarısını arttırıyor.
Röportaj: Yaprak Özer