Elektrikli lezzet simülasyonu
Bilim insanları, tat alma duyusunu gerçek yiyecekler olmadan elektronik aletlerle yaratmak adına önemli çalışmalar yapıyor. Nimesha Ranasinghe, elektrikli lezzet simülasyonu konusunda araştırma yapan dünyanın öncü bilim insanlarından biri. Maina Üniversitesi’nde kurduğu laboratuvarda, dilin elektronik aletler kullanarak aslında var olmayan tatları deneyimlemesini sağlıyor. Yapılan deneylerde tuzlu patates püresinin tuzu, elektrodlu yemek çubuklarından ya da limonata diye içilen sarı LED ışıklı suyun ekşiliği, bardağa verilen elektrik akımından geliyor. Bu dünyada gerçek yiyeceklerin yerini gümüş elektrodlar alıyor. Elektrik mühendisliği ve bilgisayar mühendisliği alanlarında eğitim gören Ranasinghe’nin araştırmaları elektrik, renk, sıcaklık ve koku ile tat duyularını kontrol edebiliyor.
Sağlıkta kullanılabilir
Bu teknolojinin bugün gerçek hayatta kullanılabileceği pek çok alan var. Bunların en başında sağlık alanı geliyor. Bu teknoloji, tat duygusuyla oynayarak insanların tuz ya da şeker tüketimlerini azaltmalarına yardımcı olabilir. Bu sayede kemoterapi sürecinde ya da yaşlılıkta kaybedilebilen tat duygusu geri kazandırılarak yeniden yemek yemekten zevk almaları sağlanabilir.
Tabii, bir de sanal ya da artırılmış gerçeklikle yapılabilecekler var. 19. yüzyılda bir Viyana pastanesinde yapılmış bir dilim turta yemek harika olmaz mı? “Sağlıkta Sanal Gerçeklik” kitabının yazarı Matthias Harders, sanal gerçeklikte yeme bozukluğu hastalarının tedavi edilebileceğine inanıyor. Harders’a göre sanal gerçeklikte koku teknolojisi tat teknolojisinden daha hızlı hayatımıza girecek. Tat simulasyonları üzerine çalışan Londra City Üniversitesi profesörlerinden Adrian David Cheok da aynı fikirde. Cheok, çalışmalarıyla Skype üzerinden uzakta olan kişilerin de birlikte yemek yiyebileceklerini ya da müzede eski dönem yemeklerinin denenebileceği bir dünyaya doğru gittiğimizi düşünüyor. Bugün için bu alanda yapılanlar sınırlı kalsa da geleceğin dünyasında bu alanda önemli gelişmeler olacağı aşikar.
Derleme kaynak: https://www.smithsonianmag.com